90ların başında iki grup astronom bir tür rekabet içine giriyorlar. Evrenin kaderini anlamaktı amaçları. Bu iki grup biri Şili’deki bu Cello Tororo gözlemevi de dahil olmak üzere birçok teleskobu kullanarak tek bir şeyi gözlemleyerek evrenin doğuşu ve geleceği ile ilgili fikir sahibi olacaklarına inanıyorlardı.
Bir yıldızın ölümünü gözlemleyerek.
Ama öyle sıradan bir yıldız değildi bu. Bir beyaz cüce. Beyaz cüce dediğimiz yaşamının son evresindeki yıldızlardır. Nükleer yakıtını bitirmiş güneşimize benzer bir yıldız kırmızı dev olur. Bu aşamada aşırı genişleyen yıldız beyaz cüce olurken içe doğru çöker. Ardından yıldızın etrafındaki helyum çok fazla sıkışır ve bir noktada patlar. Bu patlamada yıldızın kütlesinin bir çoğu uzaya yayılır ve geriye kalan, çoğunlukla çekirdeğinden oluşan kısım işte bir beyaz cücedir.
Ancak bu astronomların gözlemlediği beyaz cücenin bir komşusu vardır. Genç bir yıldız. Bu yıldız yakınındaki bu beyaz cüceye kütlesinin bir kısmını aktarır. Bir noktada beyaz cücenin kütlesi çok kritik bir noktaya erişir ve patlar.
Buna da Tip 1A Süpernova adını veriyoruz.
Astronomların en sevdikleri tip.
Çünkü hepsi neredeyse tıpatıp aynıdır ve aynı süreçlerle müthiş bir şov sunarlar.
Fakat sıkıntı şu. Bu süpernovalar inanılmaz nadir olaylar. Bizim galaksimizde gerçekleşen son süpernova 400 yıl önce gerçekleşmişti. 9 Ekim 1604 tarihinde ilk kez gözlemlenmiş ve gökyüzündeki bu müthiş parlak yeni yıldızı Johannes Kepler uzun bir süre gözlemlemiş, üzerine bir kitap yazmıştı. O yüzden bu son gözlemlediğimiz süpernovaya Kepler Süpernovası deriz. Teknik adıyla SN 1604.
İşte o yüzden Betelgeuse yıldızı patlama sinyalleri verdiğinde bilim dünyası çılgına dönmüş herkes gözünü uzayın derinliklerine dikmişti. Ancak öğrendik ki Betelgeuse aslında patlamayacaktı. Üzüldük. Ama yapacak bir şey yoktu.
O nedenle başta bahsettiğim astronom ekipleri gözlerini başka galaksilere diktiler. Çünkü son tahminlere göre gözlemlenebilir evrende 2 trilyonun üzerinde galaksi bulunuyor. 2 trilyon! Bizimki gibi bir galakside de süpernova gerçekleşme sıklığı yaklaşık 100 yılda bire denk geliyor.
Onun için bu astronomlar dev teleskoplarla 10 binlerce galaksiyi inceleyerek bir anlamda süpernova avcılığı yapıyorlar. Süpernova Avcılığı. Süper bir iş unvanı olurmuş…
Bir diğer zorluk da en başta bahsettiğim gibi Tip 1A Süpernova olması gerekiyor bu süpernovanın. Her süpernova da olmuyor yani anlayacağınız.
İşte bahsettiğim astronomlar uzun süre boyunca bu tip süpernovaları avlayarak yaşlarını hesaplayacak ve karşılaştırmalı olarak evrenin genişlemesi mevzusunu çözmeye çalışacaklardı.
Evren genişliyordu ancak bu genişlemenin bir yerde durması gerekiyordu. Çünkü yakın zamanda önceki videodan da hatırlayacağınız üzere Vera Rubin karanlık maddeyi tespit etmiş ve bu karanlık maddenin neden olduğu bizim boşluk sandığımız uzaydaki kütleçekim etkisinin varlığı da su götürmez bir gerçekti.
Bu karanlık maddenin neden olduğu kütleçekim etkisi elbette bir gün bu genişlemeyi durduracak ve sonunda genişleme duracak ve artık “çöküş” başlayacaktı.
Ancak bu astronomların çalışmaları bir şok etkisi ile sonuçlanacaktı.
Bildiğimiz madde üzerine karanlık madde çok güçlüydü onlara göre ve bahsettiğimiz gibi illa ki evrenin genişlemesini durduracaktı fakat bu kadar maddeye ve çok daha fazla karanlık maddeye rağmen çok büyük bir sıkıntı vardı.
Tüm bulgular bir tek şeyi işaret ediyordu. Evrenin genişlemesi bırakın yavaşlamayı gittikçe hızlanıyordu. /Tüm bu kütleçekim etkisine rağmen. Evren her geçen gün daha da hızlanarak genişliyordu.
Sanki bir “anti-kütleçekimi” etkisi yaratan bir “şey” daha vardı orada bir yerde. Birbirine tutunmaya, yaklaşmaya çalışan maddeleri iten, uzaklaştıran, gittikçe daha da yüksek bir kuvvetle iterek hızlandıran, her şeyi birbirinden ayıran bir kuvvet.
Başta bahsettiğim rakip astronom ekipleri aynı anda bu sonuca varıyordu ve iki grup da bir noktada bir araya gelip bu “inanılmaz” olguyu konuşmaya karar verdiler. Tüm veriler bunu işaret ediyordu çünkü.
Fakat şimdi sıkı durun. Eski dostumuz sahneye çıkıyor çünkü…
Bu ekipler bu bulguyu bir konferansta aynı anda duyurduktan sonra herkes inanılmaz etkileniyor ve yeni bir bilimsel bulguya tanık oluyorlardı.
Yepyeni bir şey… Daha önce görülmemiş, duyulmamış bir şey…
Fakat bir adam çook uzun zaman önce, 1917’de bu konuda bir şeyler söylemişti…
1931 yılında ise bu söylediklerinden bin pişman olup “En Büyük Hatam” diyecekti.
Kimdi bu adam?
Tabi ki eski dostumuz Albert Einstein!
Karanlık Enerjinin arkasından da o çıkıyor. 1917 yılında alan denklemlerine bir sabit ekleyecekti. Buna kozmolojik sabit adını verecek ve büyük Lambda ile gösterecekti.
Bunun amacı da şuydu. Kütleçekim etkisi nedeniyle “Büyük Çöküş” adını verdiğimiz ve evrenin kütleçekim etkisi ile kendi üstüne çökmesinin önünde duran bir güç olmalıydı. Yani evrenin sabit bir dengede, ne genişleyen ne de daralan bir yapıda durması gerekiyordu ona göre.
İşte bu ona göre “En Büyük Hatası” olacaktı.
Çünkü 1961 yılında Edwin Hubble evrenin hiç de sabit olmadığını, genişlediğini bulmuştu. Ve bunun üzerine Einstein alan denklemlerinden kozmolojik sabiti çıkaracaktı.
Ta ki 1998 yılına kadar. Başta bahsettiğim astronomlar süpernovaları inceledikten sonra evrenin gittikçe hızlanarak genişlediğini kanıtladıktan ve sonrasında 2011 yılında bu bulguları ile Nobel Fizik Ödülünü aldıktan sonra Einstein’ın “En Büyük Hatam” dediği kozmolojik sabit tekrar gündeme gelecek ve aslında şu anlaşılacaktı.
Einstein evet kozmolojik sabiti bulmuştu ama bunu nasıl bulduğundan çok emin değildi. Yani genel görelilik denklemlerine göre einsteinin, evrenin genişlediği sonucunu elde etmesi ile evren’in zamanla giderek kendi üzerine çökmesini önleyecek ve kütle çekiminden sonuçlanmayan bir sabit gerekliliği üzerine uzayzamanın kendi fabrik yapısına bir genişleme eğilimi vermek için kullandığı matematiksel sabitti bu. Kozmolojik sabit fikri ise basittir: uzayın dokusunun kendisinde, sıfır olmayan bir enerji vardır. Bu, karanlık enerjiyi açıklamanın en basit yoludur: sadece mekanın kendisinin özelliklerinden kaynaklanmaktadır.
Fakat Einstein’ın sorunu şuydu. Kendisi 1917’de bunları öne sürdüğünde evrenin genişlediğinden haberi bile yoktu. Fakat kendisi bunu öngörmüş ve bu düşüncesi cidden çok çılgın bir fikirdi. Zaten genel görelilik, özel görelilik derken insanların kabul etmesi için gereğinden fazla devrim yapmış ve bir de “evren genişliyor” diyerek tepki çekmek istememiş olabilir.
Ve işte 1931’de evrenin genişlediği kanıtlandıktan sonra bu dengeleyici sabite gerek olmadığı sonucuna varmış ve bundan kurtulmuştu.
Yaşlı Einstein genç Einstein’ın teorisini bir nevi çöpe atmıştı.
Ama genç Einstein’ın haklı olduğu işte yıllar yıllar sonra ortaya çıkacaktı.
Bu sabit olmadığında evrenin belli bir düzeyde genişlediği varsayımı söz konusudur.
Ancak evrenin giderek hızlandığı ortaya çıkınca işler çok karışacaktı işte.
Şimdi tekrar hatırlayalım. Tüm bu süpernovaları, en eskisi 11 milyar yıl öncesine kadar giden bu süpernovaları ve gördükleri “red-shift” veya kırmızıya kayma olayını inceleyen astronomlar şunu tespit ediyor. Evren yaklaşık 5 milyar yıl öncesine kadar bir noktada yavaşlayıp duracak ve sonra çökecek şekilde genişlerken 5 milyar yıl önce kritik bir eşik aşılıyor ve evren birden hızlanarak genişlemeye başlıyor.
Bunun açıklaması da şu. Karanlık madde ve normal maddenin neden olduğu kütleçekimi bu kritik eşiğe kadar oldukça güçlüydü fakat genişledikçe gücünü kaybediyordu. Temel bilgi. Mesafeyi iki katına çıkardığınızda kütleçekim 4 kat zayıflıyor. Uzaklaştıkça zayıflıyor. Uzaklaştıkça daha da zayıflıyor. İşte bu noktada, 5 milyar yıl önce karanlık madde ve normal madde artık kendini bırakıyor desek yeridir. Yani aslında bir şeye yeniliyor. Daha karanlık ve anlaşılmaz bir şeye.
Karanlık enerjiye.
Çünkü kütleçekim zayıfladıkça, anti-kütleçekimi adı verilen bu karanlık güç kat ve kat daha da güçleniyor. Sanki biri diğerinin gücünü emiyor gibi düşünün.
Çok çılgın gelebilir ama şöyle açıklayabiliriz. Misal iki galaksi birbirinden uzaklaşıyor. Ve aralarındaki mesafe arttıkça aralarında daha fazla karanlık enerji ortaya çıkıyor. Ne kadar boşluk o kadar daha fazla enerji gibi.
Gittikçe güçlenen bir hiçlik.
Ama işte sıkıntı burada.
Hiçlik diye bir şey var mı?
Einstein’ın koyduğu sabit de bunu söylüyordu işte. Hiçliğin enerjisinden bahsediyordu. Kütleçekime karşı çıkan bir güç. Hiçliğin gücü. Yani genç Einstein hata yapmamıştı. Einstein’ın en büyük hatam dediği şey belki de en büyük keşiflerinden biriydi. Hiçliğin gücünü bulmuştu genç Einstein. İnanılmaz değil mi? Yani. * Haksız olduğu düşünülen bir konuda bile dönüp dolaşıp nasıl haklı çıkmayı başarıyor bu adam? İnanılmaz…
Neyse. Ne diyorduk? Hiçliğin gücü.
Fakat “kuantum fiziği” ne söylüyor bize? Hiçlik diye bir şey yok…
Evet. Hiç diye, boşluk diye bir şey yok.
Parçacıklar her yerde. Kimini görebiliyoruz. Kimi hakkında fikrimiz bile yok.
Yani aslında ne bilmediğimizi bile bilmiyoruz.
Sizde de aynı his oluşuyor mu? Aslında hiçbir şey bilmiyoruz! Bence öyle. Öğrenecek o kadar çok şey var ki. Şu anda evreni bir arada tutan ve buna karşı gittikçe her şeyi birbirinden daha da hızlı şekilde uzağa iten iki kuvvet var ve ne olduklarına dair bir fikrimiz yok.
Kaldı ki. Daha çılgın bir şey söyleyeyim size. Big bang’i düşünün. Büyük patlamayı. Bunu düşününce bir noktada tek bir patlama aklımıza geliyor değil mi?
Fakat bir şeyden neredeyse eminiz. Tek bir büyük patlama olduğuna dair elimizde hiç kanıt yok. Yani büyük patlama derken. Bizim şu anda içinde bulunduğumuz evreni oluşturan büyük patlama ile birlikte binlerce, milyonlarca, milyarlarca başka patlamalar meydana gelmiş olabilir.
Yani bırakın galaksileri. Milyarlarca başka evrenden bir tanesinde bulunuyor olabiliriz.
Ve belki de o evrenlerde de başka insanlar. Hadi biraz kurgu yapalım. Sizin diğer evrenlerdeki benzerleriniz. Yani oradaki sizler de tüm bunları tartışıyor olabilirsiniz. Oradaki siz de şu anda bu videoyu izliyor olabilir.
Neyse. Burada duralım isterseniz. Daha konuşacak o kadar çok şey var ki…
Ama anlamışsınızdır. Yakın zamanda şu “Çoklu Evrenlerden” bir bahsedelim. Bu konuda konuşacağımız sayısız konudan bir tanesi elbette.
O yüzden bildirimleri açmayı unutmayın.
Ve yine bebarbilim’in destekçilerine bir teşekkür etmek istiyorum. Destekleriniz çok çok önemli gerçekten. Sizin de desteklerinizi bekliyorum.
Bu kanaldan ve burada neler konuştuğumuzdan, neler tartıştığımızdan çevrenize bahseder, hesaplarınızdan paylaşırsanız bu da çok çok değerli benim için.
Ve her zaman olduğu gibi.
Tekrar görüşene dek.
İyi ki varsınız…
Sevgiler…
Kaynaklar:
https://astronomy.swin.edu.au/cosmos/D/Dark+Energy
https://science.nasa.gov/astrophysics/focus-areas/what-is-dark-energy