Featured Video Play Icon

Solucan Deliğinden Zaman Makinesi Yapmak!

Popüler bilim veya bilimin popülerleşmesi, herkesin bilgiye erişim hakkı, karmaşık olguların herkesçe kolayca anlaşılabilmesi ve bu sayede daha geniş kitlelere ulaşarak bilim ve mantık çatısı altında, farklılıkların bir kenara bırakılarak daha iyi bir geleceğe ulaşma hayali dediğimiz zaman bu konuda tarihte ilk akla gelen isimlerden biri mutlaka Carl Sagan’dır. Çocukluğundan itibaren Lest Darkness Fall ve And He Built A Crooked House gibi bilim kurgu kitaplarına büyük hayranlık duyan Sagan bilimin kurgu halinden bile bilime, astronomiye inanılmaz sevgi duymuş ve sonunda hayaline kavuşarak astronomi, astrofizik, astrobiyoloji gibi alanlarda büyük çalışmalar yapan bir isim olmasının yanında sınırları da aşarak Cosmos gibi belgesellerle, yazdığı kitaplarla ve verdiği konferanslarla tüm dünyada bilimin popüler hale gelmesine ön ayak olmuş ve milyonlarca çocuğun da bilime ilgi duymasını sağlamış gerçekten çok ama çok büyük bir isimdir. Normalde kısaca bahsetmek istiyordum ama Carl Sagan dendiğinde kısaca geçilmiyor malum. Daha çok konuşacağız fakat ben başka bir konudan bahsetmek istiyorum.

1970’lerde Carl Sagan daha sonra hayatını birleştireceği Ann Druyan ile birlikte bir bilim kurgu filmi senaryosu yazmaya başlıyor.  1979’da film işi bir türlü olmayınca ikili üzerinde çok çalıştıkları hikayeyi bırakmak istemiyorlar ve bunu bir romana dönüştürmeye karar veriyorlar. Hikayeyi gören ve çok heyecanlanan yayınevleri henüz yayımlanmamış bu kitabın hakları için Carl Sagan’a 2 milyon dolarlık bir ödeme yapıyorlar. 1985 yılında tamamlanıp yayınlanan ve 2 yıl içinde neredeyse 2 milyon satan bu kitabın adı Contact, Türkçeye adı ile Mesaj’dı. Tüm çevrelerce ciddi ilgi çeken bu kitap haliyle daha sonra tekrar filmleştirilmek istenmiş ama maalesef 96 yılında hayatını kaybeden Sagan 1997 yılında yayınlanan ve Jodie Foster’ın oynadığı filmi görememişti.

Bu tip kitaplar ve filmler aslında tam olarak bilim kurgu değildir. Hard science fiction olarak bilinir ve bilimsel yönü ağır basan ve kurgu dışında bahsedilen bilimsel olguların gerçek bilimsel bulgulara, teorilere dayandığı yapıtlardır. Sagan da insanlığın dünya dışı yaşamla ilk temasını anlatan bu kitabı yazarken bir yerde takılıyor. Yani kısayoldan giderek tamamen kurgulaştırmak istemiyor. Bu kısımda kısmen spoiler olabilir- kitabın kahramanı Ellie’nin dünyadışı varlıkların planlarını gönderdiği yıldızlararası seyahat aracı ile onlarla buluşmaya gitmesi gerekiyor. Ancak Ellie’nin galaksinin bir ucuna gitmesi ve geri gelmesi haliyle binlerce ışık yılı sürecekti. Kitapta da bu seyahati bilimsel bir temele oturtmak isteyen Carl Sagan hemen Kip Thorne’u arıyor. Kip Thorne’a kitaptaki karakterini bir kara delikten geçirmeyi planladığını söylüyor. Kip Thorne tabi hemen müdahale ediyor. O zamanlarda ve hatta hala kara deliklerin içine atlayıp hiçbir şey olmamış gibi başka bir yerden çıkılabileceği düşüncesi yaygındı. Kip Thorne elbette fizik yasalarında böyle bir olasılığın mümkün olmadığının farkındaydı ve bunu çok uzun bir mektupla Carl Sagan’a anlattı. Sagan’ın söylediğine göre mektupta neden kara deliğe girip başka bir yerden çıkılamayacağını anlatan 50 satırı aşan formüller bulunuyordu.

Peşinden de Sagan’ı arayıp harika fikrini paylaşacaktı. “Carl. Senin ihtiyacın olan ne biliyor musun? Bir solucan deliği.” Demişti. O zamana kadar bilim-kurgu henüz solucan deliklerini keşfetmemişti diyebiliriz. Bu telefon konuşması ile artık literatüre dahil oldu aslında.  

Solucan delikleri. Daha önce detaylıca konuşmuştuk ancak en popüler ve basit anlatımını biliyorsunuz. Bir kağıdı uzay zaman gibi düşünün. Bu kağıt üzerindeki iki nokta arasındaki en kısa mesafeyi de kağıdı katlayarak elde edersiniz. İstanbul’dan New York’a bir anda ulaşabilirsiniz.   Filmlerde de karşımıza çıkan bu anlatım aşırı basitleştirilmiş olsa da mantık aşağı yukarı budur. Bu mesafeyi de istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

Carl Sagan’ın kitabının kahramanının da ihtiyacı olan buydu.

Ancak Contact filmi ve filmdeki bu çözüm ile bir kıvılcım da başlamış oldu. Bilim dünyası da solucan delikleri konusunda harekete geçecekti.

Kip Thorne’un aklında ise başka bir ışık yanacaktı. Bilimde bir nevi tabu haline gelmiş bir olay. Üzerine konuşulması bile bir nevi ayıplanan bir olgu. Kip Thorne solucan delikleri ile mesafeleri kısaltmayı düşünürken bir anda “peki zaman?” diye düşünmüştü. Zamanda yolculuk için de kullanılamaz mı bunlar?

Bir zaman makinesi olarak. Hatta işleri biraz daha ileri götürmüş ve “zamanda geri gitmenin” bile mümkün olduğunu düşünmüştü. Hatta ipleri koparıp “bunu düşünmemiş olmak resmen aptallık “bu çok açık” demişti.

Şimdi. Önce Kip Thorne’un aklından ne geçmişti ona bakalım. Sonra? Sonra da bu uçuk fikrin olasılığını konuşalım.

Aklından geçen şuydu. Elinizde bir solucan deliği var. Bir girişi ve bir de çıkışı olan. Bu solucan deliğinde zaman üç farklı şekilde manipüle edilebilir. İlk olarak bir portal gibi. Bir kapıdan girip anında herhangi bir yerden çıkabilirsiniz. Mesafeyi ve haliyle zamanı manipüle etmiş olursunuz. İkincisi bu seyahat belirli bir süre de alabilir. Solucan deliğinin kompozisyonuna bağlı olarak çok çok uzun süre sonra da belirli bir yerden çıkabilirsiniz. Üçüncü ve asıl çılgın olasılık ise şu. Sıkı durun. Solucan deliğine girip diğer uçtan girmeden önceki bir zamana da dönebilirsiniz. Evet. Zamanda geriye gitmekten bahsediyorum. Geçmişe gitmekten. İmkansız değil mi? Yani en azından öyle olduğunu düşünüyoruz. Ama ufak bir modifikasyon ile belki de bunu alt edebileceğimizi söylüyor Kip Thorne.

Nasıl mı?

Şimdi onu konuşalım.

Fiziğin en kafa karıştıran olgusuna değinmeden bunu konuşamayız ama. Zaman. Zamanı anlamaktan bahsetmiyorum. Çok çok zor. Fakat nasıl işlediğine tekrar bakmamız lazım.

Newton’a göre biliyorsunuz. Tek yönlü, her şeyden bağımsız, kendi kendine akan bir nehirdi zaman.

Evrende her şeyin bir anda, aynı anda, üst üste binerek gerçekleşmesini engelleyen bir olgu gibi de tanımlayanlar var. Kaosu önlemenin bir yolu.

Fakat Albert Einstein özel görelilik teorisi ile işleri bayağı karıştıracaktı. Hızın zaman üzerindeki etkisinden bahsetmiş, ne kadar hızlanırsanız zamanın o kadar yavaşlayacağını ve hatta bir noktada duracağını söylemişti.

Ve bunu biz sayısız deneyle gözlemledik. Gerçekten de hız ile zaman arasında bir ilişki vardı. İkizler paradoksunu da biliyorsunuz. Işık hızına yakın seyahat eden ikizlerden biri geri döndüğünde zaman genişlemesi adını verdiğimiz olgu nedeniyle dünyadaki ikizi ile arasında 10larca yıl yaş farkı oluyor, hızlı yaşayan genç kalıyor.

İşte bu tamamen fiziksel bir gerçekliği solucan deliklerine uyguladığınızda ortaya çok acayip olasılıklar çıkıyor.

Şunu da hatırlamakta fayda var. Solucan delikleri de aslında Albert Einstein ve Nathan Rosen’ın çalışmaları ile uzay zamandaki beyaz delik ve kara delik arasında bir tür köprü olabileceği ve bir tür kısayol olabileceğini öngören teorilerine dayanarak Einstein-Rosen Köprüsü olarak da bilinirler.

Özünde zamanda geri gitmekten ya da zaman yolculuğundan bahsedilmez fakat Kip Thorne’a ve onun gibi düşünen bilim insanlarına göre yeterince gelişmiş bir medeniyetseniz bunu yapabilirsiniz.

Bunun için de yapmanız gereken şu. Solucan deliğinin bir ucunu alıp uzay boşluğunda ışık hızına yakın bir hıza ulaştırmanız gerekiyor. Bu durumda deliğin giriş kısmı ile çıkış kısmı arasında haliyle zaman farkı oluşmaya başlıyor.

Bu noktada ışık hızına yaklaşan çıkış kısmını tekrar dünyaya döndürdüğünüzde bir ucu geçmişte, bir ucu da gelecekte bulunan bir solucan deliğiniz oluyor. Dünyadaki ucunda daha fazla, uzaya gidip gelen ucunda ise daha az zaman. Yani geçmişe açılan bir kapı.

Girdiğinizde bir önceki güne adım atacağınız bir kapı.

Yani teoride “yeterince gelişmiş” bir medeniyet bir solucan deliğini zaman makinesine çevirerek geçmişe bile gidebilir.

Ama akıllarda bir soru. Solucan deliğini nerede bulacağız?

Şimdi. Buraya kadar bayağı aşırı kurguya kaçan bir olgudan, bir miktar saçmalık gibi görünen bir olgudan bahsediyoruz gibi geliyor değil mi? Bana da her okuduğumda öyle geliyor. Ama bakın bu sorunun cevabı da, yani bir solucan deliğini nereden bulacağımızın cevabı da kimden geliyor. John Wheeler. Fizik ve bilim tarihinde çığır açan başka bir isim. Kip Thorne, John Wheeler, Carl Sagan. Bu olasılığı konuşan müthiş isimler.

———

Yani kulak kabartmakta fayda var.

Wheeler’a göre durum şu.

Uzay zaman dediğimiz şey bir okyanus gibidir. Uzay zamandaki değişimlerde okyanusun üzerindeki dalgalara benzer. Fakat örneğin bir uçaktan baktığınızda bu okyanustaki dalgalardan bihabersinizdir değil mi? Bizim için dümdüz görünürler, pürüzsüz.

Yaklaştıkça dalgaları, ortaya çıkan köpükleri görürsünüz. Bu köpükleri de kuantum köpüklerine benzetebiliriz. Evrende mesafeler inanılmaz ölçüde kısa olduğunda uzay, sürekliliğini yitirir ve fokurdamaya başlar. Bu mesafelerde karşımıza çıkan parçacıkların içinde bulundukları okyanus ise kuantum kopuğudur. Bu okyanustaki parçacıkların dinamiği ise hala araştırma konusu olsa da bu köpükleri de çok çok küçük solucan delikleri gibi düşünebilirsiniz.

Zira çok çok küçük olmalarına rağmen bu köpüklerin bir santimetreküpünün Dünya’nın bütün okyanuslarını buharlaştıracak kadar enerjiye sahip olduğuna inanılır.

Yapmanız gereken de John Wheeler’a göre elbette öncelikle bu köpüğü elde etmek ve sonrasında yeterince genişletmek. Bu sayede elinizde kullanabileceğiniz bir solucan deliği olacaktır.

Ancak burada da başka bir sıkıntı karşımıza çıkıyor. Einstein’ın teorileştirdiği bu solucan delikleri inanılmaz kısa sürelerde açık kalıyorlar. Yani kendi hallerinde herhangi bir pratik geçerlilikleri yok. İçinden geçmeye çalışan herhangi bir cisim anında kuarklarına kadar ayrılabilir.

Bunu açık tutmanın bir yolunu bulmamız gerekiyor.

Bunun için de yine Einstein’ın denklemlerine baktığımızda cevabı buluyoruz. Egzotik madde. Negatif enerjiye sahip bir madde. Bayağı fazla hem de. Yani bir solucan deliğini bir insanın geçebileceği kadar genişletmek istiyorsanız şu anda laboratuvarda üretebildiğimizin milyonlarca, milyarlarca katı egzotik maddeye ihtiyacımız var.

Evet. Egzotik maddeyi laboratuvarda üretmeyi başardı bilim insanları. Ama eser miktarda desek yeridir. İhtiyacımız olan daha yenilikçi, daha kısa sürede daha fazla negatif enerjili madde üretebilecek bir çözüm. Onun için de bayağı beklememiz gerekecek.

Yani öyle veya böyle. Şu an için sadece bu videoda bahsettiğimiz konulardan bile hepimizin “yok artık” diyeceği birkaç tane bilim kurgu filmi çıkarabiliriz. Hatta benim de bu çerçevede aklımdaki belgesel planlarının yanında birkaç tane bilim kurgu fikrim yok değil 🙂 Kim bilir. Belki ileride bunları hayata geçirebilirim.

Ama özetle bahsettiğimiz birçok engeli aştığımızda ve baştan beri söylediğimiz “yeterince gelişmiş” bir medeniyet olduğumuzda geçmişe açılan bir kapı hayatımızın gerçeği olabilir. Fakat bu kapı açıldığında pandoranın kutusunu açmış gibi sayısız paradoksun da fitilini ateşlemiş olacağız. İçinden çıkılamayacak, geçmişi değiştirmek, fizik yasalarını yok saymak ve haliyle her şeyi yok etmekle ilgili sayısız olasılık. Ama bu geçmişe yolculuğun getirdiği içinden çıkılmaz paradoksları da ayrıca konuşalım isterseniz.

Ve her zaman olduğu gibi.

Tekrar görüşene dek.

İyi ki varsınız.

Sevgiler…

Kaynaklar:

https://web.mit.edu/asf/www/Wilfred_Wormhole/wormhole.pdf

https://www.pbs.org/wgbh/nova/article/wormholes-as-time-machines/

https://link.springer.com/chapter/10.1007/978-94-011-5139-9_16

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.