İnsan beyni çok acayip. Gerçekten çok acayip.
Okyanusa benzetiyorum ben. Hani dünyadaki okyanusların henüz sadece %5’ini keşfedebildik ya. %95’i keşfedilmeyi bekliyor. Ama o kadar küçük kısımda bile gördüklerimiz, karşılaştığımız türler aklımızı başımızdan alıyor. Kalanında neler var kimbilir…
İnsan beyni de öyle. Her gün ama her gün yeni şeyler öğreniyoruz hakkında. Eğitimle, pratikle sınırlarının ne kadar zorlanabileceğini biliyoruz. İnanılmaz işler çıkarıyor insanoğlu.
Ama daha da şaşırtıcı olanı bizim kontrolümüzde olmadan içinde olup bitenler.
Bilinçaltında yaşananlar. Bizi haberimiz olmadan bizi kontrol etmesi.
Bunlar genellikle psikolojik ya da nörolojik rahatsızlıklar olarak karşımıza çıkıyor.
Bu bozuklukların en gariplerinden biri ile ilgili bir video yayınlamıştım daha önce.
Beni çok etkileyen bir konu bu tür bozukluklar. O nedenle daha çook video gelecek bu konularda.
Bugün ise yine duyduğum zaman “hadi canım” dediğim bir rahatsızlığı ele almak istiyorum… Çıkış noktası, detayları cidden çok acayip.
İsterseniz uzatmayalım:
Alice Harikalar Diyarında diye nörolojik bir rahatsızlık olduğunu biliyor muydunuz?
Neden Alice Harikalar Diyarında sendromu gibi ilginç bir ismi olduğundan bahsedeceğim ama bu hastalık nedir ve ne türlerde karşımıza çıkıyor onu konuşalım önce.
Alice Harikalar Diyarında sendromu kişinin boyutsal algı bozukluğu yaşaması durumuna verilen addır. Kendisini, çevresini hepimizden farklı şekilde algılar bu rahatsızlıktan muzdarip olanlar.
Bu rahatsızlık 4 şekilde karşımıza çıkıyor. Mikropsi, makropsi, teleopsi ve pelopsi.
Mikropsi türünde kişi etrafındaki dünyanın birden küçüldüğünü hisseder. Kendisinin bir anda dev gibi olduğunu…
Makropsi ise bunun tam tersi. Etrafındaki dünyanın, nesnelerin, insanların devleşmesi, kendisinin ise çok ama çok küçüldüğünü hissetmesini ifade eder bu tür.
Diğer iki türde ise uzaklık algısında bozukluklar söz konusudur.
Teleopsi nesnelerin, insanların olduklarından daha uzak, Pelopsi ise daha yakın olarak algılanması şeklinde tanımlanabilir.
Mikropsi ve Makropsi Alice Harikalar Diyarında sendromunun en sık görülen türleridir.
Bu rahatsızlık tüm yaş gruplarını etkilese de çoğunlukla çocuklarda ve özellikle geceleri kendini gösteriyor. Çocukluğunda bu rahatsızlığı yaşamış ama büyüdükçe iyileştiğini söyleyenlerin sayısı oldukça fazla.
Şimdi neden bu garip isme sahip olduğuna bakalım.
Alice Harikalar Diyarında serisini çok kişi okumuştur. Okumadıysanız da mutlaka duymuşsunuzdur.
Sendromun anlaşılması açısından konusunu kısaca özetlemek gerekirse hikaye Alis adında bir kız çocuğunun, bir tavşan izlerken tavşanın girdiği delikten içeriye düşmesiyle başlar. Tavşanın peşine takılan Alice, bir anda kendini garip bir dünyada bulur. Küçük delik bir anda büyür ve Alice’i fantastik bir dünyanın içine çekiverir. İçtiği her şey onu küçücük yapmakta ya da dev gibi büyütmektedir. Kendi gözyaşlarından oluşan kocaman bir denizde boğulmaktan kurtulup, komik bir çay partisine katılan Alice birçok hayvanla, konuşan oyun kâğıtları ile ve pek çok masal kahramanı ile tanışır.
1865 yılında Lewis Carroll tarafından yazılan bu hikayede az önce bahsettiğim sendromun Makropsi ve Mikropsi türlerinden izler görebilirsiniz. Ki bu da tesadüf değildir.
Birçok kaynağa göre yazar Lewis Carroll da bu sendroma sahiptir ve algısında yaşadığı bozulmaları hikayeleştirmiştir. Yani aslında kitaba ilham olan bu sendroma da ismini veren kitabın kendisi olmuştur.
Edebiyatta karşılaştığımız tek örnek de bu değil bu arada.
Gulliver’in Gezileri desem?
Az çok bilirsiniz ama yine bir bakalım hikayesine isterseniz hatırlamak amacıyla:
Doktor Gulliver dürüst, kendi halinde bir adamdır ve ailesiyle sakin bir yaşam sürmekten başka bir isteği yoktur. Ancak geçim şartlarının zorluğu, onu gemilerde çalışmaya yöneltir. Gulliver denizaşırı seferler yapan gemilerde doktorluk yaparak dünyayı dolaşır. Günün birinde korkunç bir fırtına gemisini batırır; Gulliver de kendini, her şeyin minicik olduğu tuhaf bir ülkede bulur. Lilliput adındaki bu ülkenin yerlileri bir dev olduğunu düşünerek onu esir alırlar.
Sonunda kendini bir şekilde kurtarmayı başarır.
Ama serinin ikinci kitabında ne oluyor peki? Gulliver başka bir adaya düşüyor. Burada da kendini devlerin arasında buluyor.
Yine mikropsi ve makropsinin çok belirgin örneklerini görüyoruz bu hikayede de.
Kaldı ki Alice Harikalar Diyarında sendromunun bilinen diğer ismi de Lilliput Halüsinasyonlarıdır…
Ancak bunun bir halüsinasyon olmadığını da biliyoruz. Yapılan testlerde bu sendroma sahip bireylerin beyinlerinde çevresel algıları düzenleyen parietal lob kısmında yaşanan anormal aktivitelerin sonucu olduğu görülmüştür. Yani gözle ilgili ya da psikolojik bir rahatsızlık değil bu sendrom.
Araştırmalarda ortaya çıkan çok ilginç bir bulgu da bu kişilerin ayrıca migren hastası olduğunu ortaya koymuştur. Başlarda migren rahatsızlığı olmasa bile daha sonra mutlaka migren rahatsızlığının geliştiği ortaya çıkmış.
Yani bu sendrom aslında migren hastalığının bir habercisi şeklinde algılanıyor.
Tek başına herhangi bir tehlikesi bulunmasa da belki de migren rahatsızlığı için birçok şey anlatıyor olabilir.
Zira migrende de görme bozuklukları, baş dönmesi, kusma ve ciddi bir baş ağrısı gibi semptomlar birlikte izleyebiliyor.
Ve burada tekrar Alice Harikalar Diyarında’nın yazarı Lewis Carroll’a dönersek kendisinin de bir migren hastası olduğunu biliyoruz.
İşin garip tarafı ise şu. Bu hastalarda yapılan beyin taramalarında hiçbir bulguya veya değişikliğe rastlanmamış…
Ama işte bu tür beyin taramalarının da sınırları var. Belki de bu değişiklikler bu tür ataklar yaşandığında gerçekleşiyor ve ardından sona eriyor. Ya da sürekli bir değişiklik söz konusu ancak henüz yakalanamadı.
Philedelphia Çocuk Hastanesinde bu konu üzerine araştırmalar yapan Dr. Grant Liu şöyle söylüyor:
“Beyinde yaşanan çok ufak değişikliklerin dahi dramatik sonuçları olabilir. Kaldı ki bu değişiklik beynin boyutları algılayan kısmında olursa görsel sonuçları bu sendromda da görüldüğü gibi çok çarpıcı olabilir”.
Ancak az önce de bahsettiğim gibi binlerce kişi ile yapılan çalışmalarda tek ortak nokta migren.
Migrenin tam olarak nedeni anlaşıldığında ve kalıcı bir çözüm bulunduğunda belki de bu sendromun da nedeni anlaşılabilir.
Bir de işin psikolojik bir tarafı var elbette. Dediğim gibi bu rahatsızlığa sahip bireyler gayet normal bir hayat sürüyorlar ancak bu tür ataklar genellikle çocuklukta ortaya çıksa da yıllarca sürdüğünü söyleyen insanlar da mevcut. Fakat bu insanlar kendilerine “akıl hastası” teşhisi konmasından korktukları için bu konuda bir çözüm aramadıklarını söylüyorlar.
Rosenhan Deneyi videomda da bu konuya değinmiştim. Şu anda daha iyi durumda olsa da insanların özellikle zihinsel rahatsızlıklarda bir uzmana başvurması için daha güvenilir bir sisteme ve toplumda da daha açık bir bakış açısına ihtiyacımız var…
Okuduğum araştırmalara göre bu rahatsızlığın görülme oranı tahminlerin çok çok üstündeymiş. Belki aramızda birileri bir dönem bu rahatsızlığı yaşamıştır. Deneyimlerinizi yorumlarda paylaşırsanız çok sevinirim.
Bir sonraki videoya kadar, kendinize çok iyi bakın!
Sevgiler!