Featured Video Play Icon

Dünyamızın Muhteşem Hikayesi – Dünya Nasıl Oluştu?

Önce her şey toz bulutuydu…

Birçok hikayenin başlangıç cümlesi değil mi?

O kadar çok söylüyor ve duyuyoruz ki altını biraz boşalttık gibi.

Çünkü bu cümle aslında gerçekten her şeyin başlangıcına işaret ediyor.

Üzerinde yaşadığımız bu gezegenin doğum sancılarına.

Bugünkü halini almak için çektiği tüm sıkıntılara, tüm var oluş ve yok oluşlara, patlamalara, ısınmalara, donmalara…

Sonunda yaşam denen mucizeye giden yolda milyarlarca yıl boyunca gördüğü tüm değişimlerin ilk adımına işaret ediyor.

Dünyamız, hunharca kullandığımız, yarınlar yokmuşçasına kaynaklarını sömürdüğümüz ama her şeye rağmen her köşesinde inanılmaz güzellikler barındıran, şu ana kadar bildiğimiz ve büyük ihtimalle çok uzun süre yaşanabilecek tek yer olan evimiz… Nasıl evimiz oldu?

Kozmos yolculuğumuza da daha iyi bir yerden başlayamazdık sanırım değil mi?

Gelin evreni birlikte keşfe çıkalım… Bu keşfe de tam buradan başlayalım…

Soluk Mavi Noktadan…

Buradaki sorun şu.

Milyarlarca yıl boyunca devam eden volkanik patlamalar, tüm jeolojik oluşumları alt üst eden değişken çağlar, toprak kaymaları, fırtınalar, kıtaların yer değiştirmesi derken dünyanın doğumuna ait izleri bulmak neredeyse imkansız bir görev haline gelmişti.

Dünya üzerindeki taş ve kaya oluşumlarına baktığınızda, şu anda genel anlamda üzerinde yürüdüğümüz toprağa, bunlar nispeten çok yeni oluşumlar. Dünyanın nasıl oluştuğuna dair bize hiçbir şey söylemiyorlar.

Bize saf. Bozulmamış. Dünyayı ilk olarak oluşturan bir numune gerekiyordu. Ve bunu maalesef burada, yani dünyada bulamıyorduk…

Bunun için bu dünyadan olmayan bir şeyi aramamız gerekiyordu. Az önce bahsettiğim tüm doğa olaylarından izole olmuş, saf bir kaya parçasına.

Böyle bir kaya parçasını da ancak uzayın derinliklerinde bulabilirdik.

Meteorlara bakmamız gerekiyordu.

Çünkü “önce her şey bir toz bulutuydu” derken kastedilen şudur.

4.5 milyar yıl önce güneşin yörüngesinde bir toz ve gaz bulutu dönüyordu. Binlerce ışık yılı çapındaki bu toz ve gaz bulutu soğudukça minik katı mineral tanecikleri oluşturdu.

Uzun lafın kısası, bu tanecikler haliyle birbirlerine çarparak yapışmaya ve sonunda gezegenleri oluşturmaya başlayacaklardı.

Fazla kısa oldu değil mi? Biliyorum. Bunun için de kanıta ihtiyacımız var.

Toz taneleri nasıl olur da birleşip gezegenleri oluşturabilir? Nasıl yani?

Teorik olarak bilim insanları bunu açıklayabiliyordu, yani statik elektrik yükü ile bu mümkündü ancak bu oluşumu canlı canlı kendi gözümüzle henüz 17 yıl önce, 2003 yılında Uluslararası Uzay İstasyonunda can sıkıntısından kendi halinde deneyler yapan astronot Donald Pettit sayesinde görecektik.

Farklı maddelerin kütleçekim etkisi olmayan ortamda nasıl tepki verdiğini görmek isteyen Don Pettit son olarak bir plastik poşet içine bir miktar tuz koyuyor ve poşeti sallıyor. Öylesine.

Bu tuz tanecikleri ne yapıyor biliyor musunuz?

Statik elektrik yükü ile birer birer birbirine yapışmaya ve sonunda bir kütle oluşturmaya başlıyor.

Tıpkı güneşin çevresindeki toz taneleri gibi. Bir araya geliyor ve önce bir çakıl tanesi, sonra büyük kaya parçaları… Sonra işte tüm bunlar dünyanın oluşumunu başlatan ilk hareketler oluyor…

Milyonlarca yıl boyuna bu kaya parçaları da bu toz taneleri gibi birbirlerine eklenmeye ve gittikçe büyümeye başlıyor. Büyüdükçe ne oluyor peki? Kütleçekim etkisi… Kütle büyüdükçe uzay zamandaki bükülme ile çevresindeki kendinden ufak parçaları da kendine çekmeye ve zincirleme şekilde daha da büyümeye başlıyor. Agar.io oyununu bilirsiniz. Buna benzer bir oluşum.

İşte bu oluşumlardan biri de dünyamızdı. Büyüdükçe kütleçekim etkisi daha da arttı. Kütleçekimi arttıkça daha da hızlı büyüdü. Büyüdükçe daha büyük meteorları kendine çekmeye başladı ve inanılmaz bir meteor yağmuru oluşmaya başladı. 30 milyon yıl boyunca durmak bilmeyen, sürekli devam eden bir meteor yağmuru, milyarlarca büyük kaya parçası dünyaya çarpmaya devam etti işte bu 30 milyon yılın sonunda dünya yaklaşık olarak bugünkü boyutuna ulaşmıştı.

Fakat burada birbirine tutunmuş kayaların oluşturduğu bir gezegenden bahsediyoruz. Yani bugünkü dünyadan çok farklı bir yapı ortaya çıktı o zaman. Çünkü bugün dünyaya baktığımızda merkezinde dev bir demir ve nikel alaşımlı bir çekirdek mevcut. Onun üzerinde kapkalın, pirosfer adını verdiğimiz aşırı sıcak, magmanın da bulunduğu bir katman var. Onun üzerinde de yer kabuğu dediğimiz ince bir tabaka.

Bu çekirdeği, magmayı, yer kabuğunun, bu katmanların oluşumu nasıl gerçekleşti peki?

Bunun açıklaması da şu şekilde.

Dünya oluştuktan sonra, dünyayı oluşturan kayalar çok yüksek ısı nedeniyle erimeye başlıyor ve bir noktada dev bir ateş topuna dönüşüyor dünya. Bu kadar ısınmasının nedeni de bilim insanlarına göre dünyaya çarpan milyarlarca radyoaktif kayanın neden olduğu tepkimeydi.

Yani ilk oluşumundan itibaren 30 milyon yıl boyunca biriken bu radyoaktivite bir alev topuna döndürmüştü dünyayı.

İşte bu noktada neredeyse bir sıvı forma dönüşen gezegende bulunan demir ve nikel gibi ağır elementler kütleçekim merkezine doğru batmaya, merkezde toplanmaya başlıyor. Bu sırada 2000 dereceyi bulan sıcaklığa sahip üst katman uzayın müthiş düşük sıcaklığı nedeniyle kabuk tutmaya başlıyor.     Ancak dünya hala yaşanabilir durumdan çok çok uzak.

Atmosfer metanla, karbondioksitle dolu… Su ve haliyle oksijen bulunmuyor. 

Ve başına gelecekler daha da bitmemişti.

Dünya ile birlikte haliyle sistemde irili ufaklı sayısız gezegen de oluşumunu tamamlıyordu.

Ve bir noktada neredeyse mars gezegeni büyüklüğünde bir gezegen dünyamıza büyük bir hızla çarpıyor.

Neyse ki doğrudan değil, sıyırarak çarpıyor desek yeridir. Aksi halde zaten dünyadan bahsedemezdik. Biz de olmazdık zira. Ama müthiş bir çarpışma. Akıl alır gibi değil. Ve yeni oluşmuş kıtaları, kaya parçalarını, üst katmanı parça parça ederek dünyanın yörüngesine yayıyor. Ve işte dünya yörüngesinde de yeni bir toz bulutu meydana geliyor. Güneşin çevresinde dünyayı oluşturan toz bulutuna benzer bir bulut. Peki bu buluttan ne ortaya çıkıyor biliyor musunuz?

Dünyamızın uydusu Ay…

 Hatta dünyamıza çarpan bu gezegene yunan ay tanrıçası Selene’nin annesinin ismi veriliyor. Theia gezegeni…

Nereden biliyoruz bunu peki bu çarpışmayı? 1972 yılında Aya giden Apollo 16 görevi ile dünyaya aydan getirilen bir kaya parçasından. Bu arada bu kaya parçası Houston’daki Johnson Space Center’da hala mevcuttur. Aya gitmedik, kurgu hepsi diyenler burada mı? Neyse.

İşte bu kaya parçası incelendiğinde çok acayip bir şey keşfedilecekti. Aydaki kayalarda neredeyse çok çok az demir bulunuyordu. Dünyadaki benzer herhangi bir taş ile karşılaştırılamayacak şekilde. Bunun da tek açıklaması olabilirdi.

Dünyanın çekirdeğinde biriken demir nedeniyle yüzey kabuğunda çok az demir kalmış ve bahsettiğimiz çarpışma ile yer kabuğundan yayılan toz bulutunda da haliyle mevcut demir miktarı çok azdı. Ve ay da dünyanın yer kabuğundan yayılan bu buluttan meydana gelmişti.

Ay’ın çekirdeğinde çok daha az demir bulunması da bu teoriyi kanıtlar nitelikte…

Ay aslında dünyanın bir parçası yani… Akşamları ayı seyrederken çok daha farklı hissedebilirsiniz artık…

Peki tarihleri nasıl biliyoruz? Yani dünyamız 4.5 milyar, Güneş ondan biraz daha eski… Şu taş bu tarihli, bu kaya 3 milyar yaşında? Nasıl hesaplıyoruz?

Çünkü bilim bu işi çözene kadar çok uzun süre dünyanın ortalama 5000 yaşında olduğu düşünülüyordu. Bu kanıya da İncil’da bahsedilen kralların yaşları, tarihleri hesaplanarak ulaşılmıştı. Hatta net tarih bile verilmişti. Dünya milattan önce 23 Ekim 4004’te oluştu diye biliniyordu…

İşte bu sorunu 1897’de fizikçi Ernest Rutherford çözecekti.

Radyoaktivite üzerinde çalışırken  “radyoaktif bozunmayı ölçtüğünüzde kayaların da tarihini bulabilirsiniz” keşfi ile…

Bunu da teknik olarak şöyle açıklayabiliriz…

 Evrende birçok radyoaktif element vardır. Radyoaktif atomlar yapı olarak dengesizdir; zamanla radyoaktif “ana atomlar” kendilerinden daha küçük ve dengeli “yavru atomları” meydana getirecek şekilde bozunurlar.

Eriyik halindeki bir kaya soğuyup volkanik kaya denen şeyi oluşturduğunda, radyoaktif atomları da içinde tutar. Bu atomlar kayanın içinde bilinen bir hızla bozunurlar. Bilim insanları, kayanın içindeki ana atomların miktarını yavru atomların miktarıyla karşılaştırarak kayanın oluşumundan bu yana geçen zamanı belirleyebilirler.

Ve işte bu sayede dünyamıza düşen bir meteoru 1956 yılında inceleyen Clair Patterson sayesinde bu meteorun ve dolayısıyla dünyamızın yaklaşık 4.5 milyar yaşında olduğunu öğrenecektik.

Zamanla daha da hassas yapılabilen bu ölçümlere göre en yakın tahmine göre ise dünyamız tam olarak 4 milyar 567 milyon yaşında.

Elbette bugünkü halini alması için geçmesi gereken daha çok fazla aşama vardı.

Evet bir yer kabuğu oluştuğunu biliyoruz ilk birkaç yüz milyon yılda ama şu anki kıtalar nasıl ve ne zaman oluştu?

Daha da önemlisi. Okyanuslar? Denizler? Su nasıl ve nereden geldi? Nasıl oluştu?

Ve daha da önemlisi ve aslında en önemlisi… Yaşam mucizesi nerede ve nasıl başladı?

Dünyayı oluşturmak için daha konuşmamız gereken çok şey var anlayacağınız.

Ama buraya kadar konuştuklarımız bile “soluk mavi noktamızın”, evimiz diyebileceğimiz tek yerin evimiz olmak için amiyane tabiriyle neler çektiği hakkında fikir sahibi olmamızı sağlamıştır diye düşünüyorum.

Daha da önemlisi aslında daha sonraki videolarda daha iyi anlayacağımız şekilde o uçsuz bucaksız evrenin bir parçası ve biz de onun bir parçasıyız, kendimizi ondan ayrı düşünemeyiz… Ve daha da geniş çerçevede bu evrende bir toz tanesiyiz derken de söylediğimiz aslında hiç yanlış değil…

Çünkü ne demiştik?

Önce her şey bir toz bulutuydu…

Ve her zaman olduğu gibi.

Tekrar görüşene dek.

İyi ki varsınız.

Sevgiler!

Kaynaklar:

https://solarsystem.nasa.gov/planets/earth/in-depth/

https://www.space.com/19175-how-was-earth-formed.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.