Bugün dünya dışı varlıklar dünyamıza gelse ve insanlığı arkeolojik ve tarihi bilgilere bakarak baştan sona incelese ilk olarak soracakları bir soru olur. 40.000 yıl önce ve 19. Yüzyılda ne oldu?
Biyolojik olarak bakıldığında insan beyni şu anki boyutuna 200.000 yıl önce ulaşmış. Ama 160.000 yıl boyunca neredeyse bir arpa boyu yol kat edememiş. Hayvan avlayıp yemiş ve mağaralarda hayatını sürdürmüş. Tam 160.000 yıl boyunca. Ama arkeolojik bulgulara bakıldığında 40.000 yıl önce bir şey olmuş. O kadar süre yan gelip yatan, hiçbir şey üretmeyen atalarımız sanata, müziğe ve üretime merak salmaya başlıyor. Olta yapıp balık avlıyor, iğne ile ince işçilik yapmaya başlıyor. İşte o mağara resimleri de bu dönemde ortaya çıkmaya başlıyor. Bize bir şeyler anlatmaya işte o zaman başlıyorlar…
19. yüzyılda olanlar ise malumunuz. Çok detaylı anlatmaya gerek yok. Sanayi devrimi ile başlayan süreç ve gelişim sonucunda obinlerce yılda ulaşamadığımız seviyeye sadece birkaç yüz yıl içinde ulaşıyoruz ve bugün marsa keyfi seyahatten, uzaktan ameliyatlardan, yapay zekadan, sanal gerçeklikten bahsediyoruz.
Bu dünya dışı uzaylı bilimadamlarına ne cevap vermemiz gerekiyor peki? Ne oldu da bu iki patlamayı (insanoğlunun büyük patlamaları – büyük sıçramaları da deniyor bu iki tarihe) yaşadık?
Bu sorunun cevabını Parma Üniversitesinde maymunlar üzerinde araştırma yapan bir grup bilim adamı tamamen şans eseri ulaştıkları tarihi bir keşifle vermiş oldu.
Bu keşif kimi bilim adamlarına göre DNA’dan sonra insanlık adına en önemli keşiflerden biriydi.
Araştırma maymunların beyindeki hareketlerini incelemek için yapılıyordu ve bazı testler sırasında maymunlar motor fonksiyonlar gerçekleştirirken – yani bir şeye uzanıp alırken ya da bir hareket gerçekleştirirken – beynin ön kısmında bu hareketleri kontrol eden nöronların harekete geçtiğini gördüler. Buraya kadar her şey çok normal. Uzun süredir bilinen bir bilgiydi bu. Ama aynı bölgenin maymun tamamen hareketsiz haldeyken de harekete geçtiğini gördüğünde bilim adamları şaşkınlıktan testi onlarca kez tekrar ettiler. Bir şeylerin yanlış olduğunu düşünüyorlardı. Ne bileyim makine filan bozuk olmalıydı.
Ama gerçek tüm testlerde stabil sonuçlar alınınca ortaya çıktı. Tamamen hareketsiz duran maymunun başka bir maymun bir motor hareket gerçekleştirirken bu maymunu izlediğini gördüler.
Maymunun hareketlerinden sorumlu alan başka bir maymun hareket ederken de devreye giriyordu.
Bu o zamana kadar hiçbir bilimadamının bulamadığı ya da gözden kaçırdığı inanılmaz bir şeydi.
Tabi bu bölgedeki nöronların hepsi değil, belirli bir kısmı bu şekilde harekete geçiyordu.
Bilimadamları bu nöronlara “ayna nöronları” adını verdiler. Başkasının yaptığı bir şeyi tıpkı kendisi yapıyormuşçasına taklit etmesinden ötürü olsa gerek.
Beni asıl heyecanlandıran noktadan bahsetmek istiyorum.
Maymunlarla DNA düzeyinde olan inanılmaz benzerliğimizden dolayı bilim adamları bu nöronların insanda da olabileceği tezini geliştiriyorlar.
Bir süre bu deneyin bir insan üzerinde yapılmasının zor olması nedeniyle bu tezlerini kanıtlayamasalar da epilepsi hastaları üzerinde yapılan bir çalışma tam aradıkları fırsatı sunuyor ve bu hastalara bağlanan elektrotlarla aynı bölge yine aynı nedenle izleniyor.
Ve işte inanılmaz ve çığır açan bu keşif gerçekleşiyor. İnsanda da başka bir insanı motor bir aktivite yaparken izlediğinde ayna nöronların tıpkı insanın o işi kendisi yapıyormuşcasına devreye girdiği görülüyor.
Yani aslında bir nevi doğal Sanal Gerçeklikten bahsediyoruz. VR’ın beynimizin içine gömülmüş olduğundan.
İşler bu keşif sonrasında farklı farklı bilimadamlarının katkılarıyla çok ilginç yerlere geliyor, çok ilginç teoriler ortaya atılıyor. Hemen hemen hepsi bana çok mantıklı geliyor.
Bazılarına bakalım. Bu bilimadamlarından biri de Dr. Rama adıyla bilinen ünlü nörolog v. s. Ramachandran. Dr. Rama kendisi de bu keşfin bilim dünyasında DNA’nın keşfinden de önemli bir keşif olduğunu iddia ediyor.
Bana kalırsa da öyle. Nedeni ise insana olan bakış açımı kökten değiştirmiştir bu keşif. Çünkü bazı insanların empatiden yoksun olduğunu düşünürdüm. Bu insanların eğitilemez, topluma yararı olamayacak sorunlu insanlar olduğunu düşünürdüm. Ama bu keşif bize eğer fizyolojik bir sorununuz yoksa bunun mümkün olmadığını yani empati yoksunu olamayacağımızı söylüyor. Empati ayna nöronlar ile fizyolojimize işlenmiş durumda. Korkmak, üzülmek, sevinmek ne kadar doğalsa empati de aslında böyle. İçimizde var. İnsan olduğumuz için var. İnsansak empati duymamamız imkansız.
Yeri gelmişken hemen bu ayna nöronlar olmadığında ne olduğuna dair bir teoriden bahsedelim. Bilim adamları der ki otizm’in de nedeni bu nöronların işlevini yerine getirmemesiymiş. Otizm’in tanımına bir bakalım önce “Otizm, bireyin dış dünyadaki uyaranları algılamasını, aldığı bilgileri düzenleyip kullanılmasını etkileyen, yaşam boyu süren gelişimsel bozukluktur. Kaynağı psikolojik değil, nörolojiktir, diğer bir deyişle beynin işlev bozukluklarına bağlıdır. Otizmin beynin ve merkezi sinir sisteminin yapısındaki organik farklılık ya da bozukluktan kaynaklandığı düşünülmektedir.” İşte bilimadamları otizmin belirtileri ile ayna nöronlarının işlevlerinin neredeyse birebir örtüştüğünü düşünüyorlar. Tanımda da nörolojik bir bozuklık olduğundan ve organik bir farklılık veya bozukluktan kaynaklandığının “düşünüldüğü” belirtiliyor. İşte nedeni artık bulunmuş olabilir. İleride bu konuda yapılacak çalışmalar otizmde inanılmaz ilerlemelere neden olabilir…
Bitti mi? Bitmedi. Başta insanlığın 40.000 yıl önce ve 19. Yüzyılda yaşadığı inanılmaz ilerlemelerden bahsetmiştik. Şimdi oraya dönme vakti.
Ayna nöronların doğal bir Sanal Gerçeklik olduğunu söylemiştik. İşte en büyük avantajlarından biri de bir bilginin, bir davranışın, özellikle insan hayatını kolaylaştıran bir davranışın toplum içerisinde müthiş bir hızla yayılmasının nedeni de bu ayna nöronlar. Bahsettiğimiz ilerlemelere dair iki teori var. Bir teoriye göre bu ayna nöronlar biyolojik olarak bu dönemlerde evrimsel gelişim sonucunda ilk defa ortaya çıkıyor ve bundan sonrası da malum. Diğer bir teori de insanların 160.000 yıl boyunca orijinal bir şey yapmamış olabileceğini söylüyor. Çünkü ayna nöronlar sayesinde başka birisinin yaptığı bir şeyi doğrudan kopyalıyor ve bunu kendi hayatımıza da uyguluyoruz. Mesela o zamana kadar herkes mızrakla balık avlarken biri bir gün olta gibi bir şeyle oturduğu yerden hiç uğraşmadan balık avlarsa çevresindeki herkes bunu kopyalar ve bu hem yatay olarak toplumun geri kalanına hem de dikey olarak nesiller arasında büyük bir hızla yayılır.
Peki 19. Yüzyılda ne oldu. Yine burada evrimsel bir gelişim göstermiş olabiliriz. Daha fazla ayna nöronu kullanmaya başlamış olabiliriz. Ya da yine birisi bir işi çok daha pratik şekilde halletmeyi becerdi ve toplumda bu bilgi çok hızlı şekilde yayıldı ve insanlar her seferinde üzerine koyarak medeniyeti bugüne getirdi.
Dr. Rama da tam olarak bunu söylüyor. Kendisine göre Ayna Nöronlar medeniyetin kurulup gelişmesinin yegane nedenidir. Çünkü dili de bu sayede geliştirmiş olabileceğimizi iddia ediyor. Dil ve Evrim videomdan da hatırlayacağınız üzere düzlüklerde hayatta kalmak için işbirliğine ihtiyaç duyuyorduk ve sonuçta da atalarımızdan bazıları bazı semboller buldu ve diğer herkes bunları taklit ederek bir sembol birikimi ortaya çıkardı ve böylece dil gelişti demiştik. İşte buradaki anahtar kelime de taklit. Bunu sağlayan da işte yine ayna nöronlardı.
Ama burada da bitmiyor bu ayna nöronların işlevi. Theory of Mind yani Zihin Kuramını duyanlar olmuştur. Bu teori bize şunu söyler. İnsan 4 yaşına kadar başkalarının fikirlerinden bihaberdir. Yani başkalarının da düşünceleri olduğunu, farklı fikirlere sahip olduğunu bu yaşlarda fark etmeye başlar. Bunu da insanların aynı olaya farklı tepkiler vermesini gözlemleyerek yapar. Ve hemen bunun ardından insanların neye nasıl tepki vereceğini kestirmeye başlar. Küçük çocuklarla iletişime geçenler beni anlayacaktır. Çocuklar bu yaşlarda neye nasıl tepki vereceğinizi bilir ve sizi manipüle etmeye başlarlar. En azından buna çalışırlar. Çok acemilerdir çünkü henüz. Bizler yıllardır bu beceriye sahipken onlar henüz yeni keşfetmişlerdir bunu.
Bu da bize çocuk eğitimi açısından da çok önemli şeyler söylüyor. Ebeveynlerin en büyük sorunlarındandır “Çocuğum hiç kitap okumuyor” deriz. Ya da çocuğunuz agresifse, bazı yemekleri yemiyorsa, dil kullanımında zorluklar yaşıyorsa ya da herhangi bir sosyal sorun yaşıyorsa kızarız ya. İşte burada aslında kızdığımız kendimiziz. Çocuk sizin yapmadığınız bir şeyi yapmıyor çünkü. Ya da yaptığınız bir şeyi yapmamazlık etmiyor. Yani çocuk kitap okumuyorsa siz de okumuyorsunuz demektir. İki iki dört. Çünkü fizyolojik olarak çocuk ya da insan başka bir insanı taklit ederek öğrenme eğilimindedir. Yani bir dahakine çocuğunuza kızmadan önce kendinize bir bakmakta fayda var.
Örnekler saymakla bitmiyor. Mesela bulunduğunuz ortamda birisi esnediğinde salgın gibi herkes esneme ihtiyacı duyar ya? İşte ayna nöronların suçu. Ya da Babam ve Oğlum’da “Açeydim Gollerimi” dediğinde ağlamayan ya da boğazı düğümlenmeyen var mı? Hadi hiç bir şey hissetmeyen var mı? Hiçbir şey hissetmediyseniz bir doktora görünme vaktidir zira J
Bunun yanında arkadaş ortamınızda çok negatif biri vardır. O ortamda olduğunda hep bir mutsuz hissedersiniz, enerjinizi sömürür ya. Yine ayna nöronları bunun sebebi. Fizyolojik olarak taklit etmeye odaklanmışsınız çünkü.
Çok farklı bir yerden bakalım. Bazen duyarsınız “Banane afrikada açlıktan ölen çocuklardan” der bazı insanlar. O an gerçekten bunu düşünüyor olabilir. Ama söyleyeceği en büyük yalanlardan biridir bu insanın. Bu şekilde açlıktan ölen bir bebeği gözleri ile gördüğünde yıkılmaması imkansızdır insanın. Çünkü bu bizim doğamızda var. Empati bizim genetiğimizde var. Empati kurmaktan başka şansımız yok!
Bir bakıma eğer çok duygusal biriyseniz, ya da çevrenizde böyle birisi varsa ki bizde bu benim eşimdir. Last of Us’ı birkaç kere oynamıştır ve her seferinde ilk sahnenin sonunda ağlamıştır. Bebeğimiz doğduktan sonra geçenlerde bir kez daha oynamaya başladı ve bu sefer çok daha şiddetli bir ağlama krizine girdi diyebilirim. Bu da eşimde ya da eşim gibi duygusal sahnelerde kendini tutamayanlarda bu nöronların çok daha aktif olduğu, bu insanların çok daha empatik olduğu anlamına geliyor. Yani bu bir insanın sahip olabileceği en iyi özelliklerden biri. Kendinizi kötü hissetmenize gerek yok.
Özetle bizler birbirimizi anlamak için yaratıldık. Başkalarının acılarını, sevinçlerini, üzüntülerini veya dertlerini görmek, anlamak, onları paylaşmak bizim genetiğimizde var. Bunun tersi davranan insanlarda ise iki şeye bakılmalı. Birincisi nörolojik bir rahatsızlığının olup olmadığına, ikincisi ise ailede aldığı eğitime. Özellikle ailede şiddet gören, kötü muamele gören, saygısızlık, sevgisizlik gören çocukların büyüdüklerinde çok farklı davranmalarını bekleyemeyiz. Bu çocukların ayna nöronlarının taklit edecek iyi bir şey görmedikleri anlamına geliyor malesef.
Başta da dediğim gibi beni çok heyecanlandıran ve bakış açımı ciddi ölçüde değiştiren araştırmalardan biriydi bu. Bu araştırmanın derinine indikçe çocuk eğitimi, suçlu psikolojisi, sosyoloji gibi konulara çok farklı bakmaya başlıyorsunuz.
Bu arada bu konu ile ilgili Adam Fawer’ın Empati isimli romanını okuyanlar hatırlar. Kendisi de bu kitapta bu nöronlardan bahsetmiştir ve bu nöronların çok gelişmiş olduğu insanların karşıdaki insanların ne hissettiğini veya düşündüğünü çok daha üst düzeyde anlayabildiğini kurgusal bir dille anlatmıştır. Bu konuyla ilgilenenler için okuma tavsiyesi olsun bu kitap da.
Ayrıca bu konu ile ilgili bir TED konuşması, araştırmanın kendisini ve farklı kaynakları blogumda bulabilirsiniz. Linkini aşağıya koyacağım.
Yine her zaman olduğu gibi haftaya aynı saatte burada buluşmak üzere.
Abone olmayı, videolarımızı paylaşmayı ve arkadaşlarınıza BebarBilim’den bahsetmeyi unutmayın.
Bilimle kalın.
Kaynaklar:
https://greatergood.berkeley.edu/article/item/do_mirror_neurons_give_empathy
https://www.edge.org/3rd_culture/ramachandran/ramachandran_index.html