Featured Video Play Icon

Yoksulluk ve Yardım Etme İkilemi Üzerine

UNICEF’in verilerine her gün, her dakika, aşırı yoksulluk koşullarında yaşayan 12 çocuk hayatını kaybediyor. Siz şu anda bu videoyu izlerken birkaç tane çocuk göçüp gidiyor. Hem de temiz suyu olmadığı için. Yiyecek yemekleri olmadığı için. Sıtmadan. Bağırsak hastalıklarından. Ölen çocuklar. Birçoğumuzun hayatında neyse ki düşünmek bile zorunda olmadığı sorunlardan…

Korkunç bir şey değil mi? Neredeyse 1 dakika geçmek üzere. 12 çocuk hayatını kaybetti bile.

Ama daha korkuncu ne biliyor musunuz? Bu çocukları kurtarmak o kadar kolay ki.

Birçok çocuk yatağına birkaç liralık bir sivrisinek örtüsü alamadığı için.

Bağırsak hastalıkları için 1 dolar bile olmayan ilaçlara ulaşamadığı için.

Yine birçoğumuzun cebindeki bozukluklarla bile doyabilecekleri gıdaya ulaşamadıkları için.

E o zaman?

Neden ölüyor bu çocuklar?

Özellikle refah seviyesi çok yüksek ülkeleri baz aldığımızda, bu ülkelerde birçok insanın, aramızdan da birçoğunun yardım edebilecek imkanı var.

Ama burada şu soru ortaya çıkıyor.

Neden yardım edelim ki? Değil mi? Büyük zorluklarla kazandığımız paraları neden hiç tanımadığımız insanlara verelim? Onlarla neden paylaşayım?

Ya da ülkemiz. Bizim vergilerimizle, bana hizmet etmek için aldığı vergilerle neden bu insanlara yardım etsin ki?

Sonu gelmeyen bir tartışma bu. Ama sürekli örnek verdiğimiz Afrika’daki aç çocuklarla ilgili tartışmanın odak noktası “zorunluluk” kavramıdır.

Kendi hayatınızı düşünün. Açlıktan yaşamını kaybedecek düzeyde yoksul bir tanıdığınız var mı?

Bahsettiğimiz aşırı yoksul insanları tanımıyoruz. Arkadaşımız. Ailemiz değiller.

Ahlak felsefesinde ilgilenme veya bakım etiği diye bir şey vardır. Buna göre bu insanlara karşı herhangi bir sorumluluk hissetmememiz normal.

Yani birçok insana göre yoksul yabancılara yardım etme zorunluluğumuz yok.

Onların yoksullaşmasına ben neden olmadım ve yardım edeceğime dair bir söz de vermedim.

Yani yardım eden insanlar aslında kendilerini, zorunluluklarını aşarak kimine göre ulvi kimine göre ise gereksiz bir çaba içine giriyorlar.

Bunu yaparsanız kendinizi iyi hissetme konusunda özgürsünüz ama yapmadığınızda da kötü hissetmenize gerek yok.

Ancak modern bir filozof olan Peter Singer buna farklı bir açıdan bakıyor.

Singer şöyle bir düşünce deneyi kurguluyor:

Beş bin liralık yeni ayakkabılarınızla yolda yürüyorsunuz. Keyfiniz yerinde. Birden yolun kenarındaki sığ bir gölette bir çocuğun çırpındığını görüyorsunuz.

Etrafta da kimse yok. Çocuk çırpındıkça batıyor. Birden duruyor. Hareketsiz kalıyor.

Yani çok zamanınız yok. Su boyunuzu bile geçmiyor. Girip birden kurtarabilirsiniz.

Yeni ayakkabılarınızı çıkarmaya da vakit yok. Ama ayakkabılarla girerseniz de yepyeni pahalı ayakkabılarınız mahvolacak.

Ne yaparsınız?

Basit değil mi? Ayakkabıların ne önemi var? Yeniden alabilirsiniz. Çocuğun hayatı ise geri verilemez.

Neredeyse hepimiz düşünmeden suya girer ve çocuğu çıkarırız. Değil mi?

Peki kurtarmasanız ne olurdu?

Yani burada bir fayda-zarar analizi yaparsak bir çocuğun yaşamı ayakkabılarınızdan elbette daha değerli ve kurtarmamanız büyük ayıp olurdu.

E o zaman… Şu anda da çocuklar ölüyor. Hem de dakikada 12 çocuk. Ama hiçbir şey yapmıyoruz?

Sonuçta bir gölette olsun ya da sıtmaya yakalanmış bir çocuk. İkisinin de yaşamı eşit derecede değerli.

Göletteki çocuğu kurtarmadığımızda ne kadar büyük hata yapıyorsak şu anda hayatını kaybeden çocukları kurtarmadığımızda da aynı derecede hatalıyız.

Yani. Size büyük bir zararı olmadığı sürece birinin zarar görmesini engelleyebiliyorsanız engellemelisiniz diyor Singer. Bu açıdan baktığımızda da hangimiz haksız diyebiliriz ki?

Fakat. Bu düşünce deneyindeki bazı ahlaki tutarsızlıkları zaten birçoğunuz fark etmişsinizdir. Keşke bu kadar kolay olsa değil mi?

Öncelikle. Görmediğimiz birinin hayatını kaybetmesi bizde aynı etkiyi elbette yaratmıyor. Ayrıca göletteki çocuk örneğinde doğrudan, o anda yapabileceğimiz bir şey var. Ve en önemlisi bizden başka kimse yok.

Peki etrafta birileri olsaydı?

Bunu da Seyirci Kalma Etkisi videomuzda konuşmuştuk ama Singer’a göre kaç kişinin olduğunun önemi yok. Siz kendinizden sorumlusunuz. Birinin bir ihtiyacı olduğunu doğrudan görüyor ve yardım edebilecek durumdaysanız yardım etmelisiniz. Etrafta birilerinin olması veya yardım edip etmemeleri önemli değil.

İşte Singer’a göre bu dünyadaki yoksulluk için de geçerli. Sadece Amerika’da herkes gelirinin yüzde birini paylaşsa milyonlarca yaşam kurtulabilir.

Herkes bunu yapmayabilir ama bu sizin de bunu yapma sorumluluğunuzu azaltmaz diyor. Kim ne yaparsa yapsın. Siz yardım edin.

Ama ve fakat.

Hiçbir konuya tek bir açıdan bakamayız değil mi? Doğru olmaz bu.

Bakın başka bir modern filozof Garett Hardin ne diyor…

Hardin, Singer’ın düşünce deneyine başka bir deneyle karşı çıkıyor.

Bir tekne düşünün diyor. Bir filika.

Teknede 50 kişisiniz. 10 kişilik daha yer var. Ve denizde de 100 kişi var. Kurtarılmayı bekleyen.

O halde her bir yaşam eşit derecede önemliyse bu 100 kişiyi de kurtarmamız gerekiyor. Ama teknede o kadar yer yok. Hepsini alırsanız bu sefer bu tekne de batar ve hepiniz ölürsünüz.

O yüzden 10 kişiyi alabilirsiniz sadece.

Ama hangi 10 kişi? Neye göre seçeceksiniz?

Hardin’e göre isterseniz çocuklar ve kadınlar diyebilirsiniz ama hayır. Aslında kimseyi almamalısınız. 10 kişilik yer boş kalmalı. Bu sayede 50 kişi için daha fazla kaynak anlamına gelir bu. Daha fazla kurtulma şansı.

Sudakiler mi? Hardin’e göre onlar için yapabilecek bir şey yok. Maalesef. Onların teknesi yok.

Bazılarına yardım etmek de aslında sorunu düzeltmez. Daha da kötü yapar. Acı çekmelerini uzatır sadece.

Yani aslında Hardin’in bu teknesini şu şekilde ele alabiliriz. Teknedeki şanslı insanlar refah seviyesi yüksek bir ülkeyi temsil ediyor. Sudakiler ise aşırı yoksullukla yaşayan diğer ülkeleri.

Vatandaşlarına bir tekne inşa eden ve onlara yeterli kaynak sağlayan bir ülke bir tarafta. Bu ülke başka ülkelerin insanlarına yardım etmek için kendi vatandaşlarının kaynaklarını kullanmamalı.

Çünkü diğer ülkelerde insanlar kendini sömüren yöneticilerin altında yaşıyorlar. İyi yönetilmeyen, kaynakları yanlış kullanan, yanlış politikalar izleyen ülkeler bunlar. Ve bu bizim sorunumuz değil diyor Hardin.

Teknesi bile olmayan insanlara yiyecek ve kaynak yardımı yapmak ise gereksiz harcamadan başka bir şey değil.

Açlıkla yaşayan, temiz suyu bile olmayan bir çocuğa, sıtmadan korunması için örtü vermenin bir anlamı yok. Diyor.

Peki asıl sorun ne? Hardin’e göre Aşırı Nüfus…

Bir ülkede besleyebileceğinden fazla insan varsa bu kapasitesini aşmış bir tekneden farksızdır diyor. Yani Hardin biraz daha ileri giderek asıl vicdanlı olanın hiçbir şey yapmamak olduğunu savunuyor. Evet. İnsanlar ölür. Ve kulağa ne kadar acı gelse de, yardım etmeyi bırakırsak bu ülkelerin nüfusu sonunda kontrol edilebilir seviyeye düşecektir.

Ama gelin bu düşünce tarzının da sorunlarına bir göz atalım toparlamadan önce.

Hardin’e bir noktada hak vermek istesek de kaynaklar konusunda şunu söyleyebiliriz. Kaynakla düşünüldüğü kadar kısıtlı değil. Şu anda tüm insanlığa fazlası ile yetecek kaynak mevcut. Fakat buradaki sorun inanılmaz dengesiz bir dağılım olması. Yani ya hep ya hiç yaklaşımı biraz yanlış görünüyor bu durumda. Ya kendiniz ya da başkaları diye düşünmek. Dengeli dağılım ile hem kendimizi hem de başkalarını kurtarabiliriz.

Ayrıca her şeyden önce kendi milletim, kendi ailem düşüncesi de ilk bakışta doğru gelebilir. Fakat yine Singer’ın deneyine dönersek. Boğulan çocuğu kurtarır mıydınız? Evet.

O halde ahlak veya etik dediğimizde kimin yardımı hak edip etmediği konusunda çizgiyi istediğimiz yere çizebiliriz. Fakat Singer gibi birçok insana göre tek bir çizgi var. Önemli olan tek şey. O da hepimiz aynı teknedeyiz. Hepimiz sorumluyuz.

-Ancak elbette bu tartışmanın bundan farklı açıları da mevcut. O yüzden size sorayım. Kimin tarafındasınız. Singer mı Hardin mi?

Yorumlarda konuşalım.

Ve her zaman olduğu gibi.

Tekrar görüşene dek.

İyi ki varsınız.

Sevgiler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.