Masum Bir İnsanı Öldürür Müydünüz? | Milgram Deneyi

Size bir soru. Farz edelim bir askersiniz. Ve komutanınız masum olduğunu düşündüğünüz hatta bildiğiniz bir insanı öldürmenizi istiyor. Öldürür müydünüz?

Böyle sorunca çoğumuz “tabiki öldürmem” diyebilir. Ama şu örneği unutmayın.

Nazi almanyasında herkesin nefretini toplayan Adolf Hitler’di. Bu da çok ama çok normal. Tarihin gördüğü en korkunç insanlardan biriydi ANCAK milyonlarca insanı öldüren hitler değildi. Gaz odalarında, kamplarda insanlara işkence yapan, insanlık dışı şekilde muamele eden doğrudan kendisi değildi. Hatta doğrudan emirleri veren de kendisi değildi. Komutanlarıydı insanların ölüm fermanını imzalayan. Ama doğrudan failler yine onlar da değildi. İnsanları öldüren, yakan, aç bırakan sıradan alman vatandaşlarıydı. İşinde gücünde ailesi olan çocuğu olan Pazar günleri pikniğe giden bu vatandaşlar gün içinde acımasızca insan öldürüyordu ve bundan hiç de rahatsızlık duymuyordu. Çünkü onlar da bunu yapanın aslında kendileri olduğunu düşünmüyordu.

Bunlardan biri de Adolf Eichmann’dı. Adolf Eichmann yahudi katliamının en önemli isimlerinden biriydi. Yahudilerin toplama kamplarına transferinden sorumluydu ve savaş sonrasında amerika tarafından yakalandıktan sonra bir şekilde firar ederek arjantine yerleşmişti. Burada uzun süre sahte isimle yaşadıktan sonra mossad tarafından yakalanan Eichmann Kudüs’te görülen davasında 3 milyon yahudinin öldürülmesinden doğrudan sorumlu bulunarak idama mahkum edilmiş ve 2 yıl sonra idam edilmişti. Bu arada israil tarihinde idam edilen tek isimdir kendisi.

Ama burada en ilginç olanı Eichmann’ın savunmasıydı. “Ben sadece emirleri uyguladım” diyordu. Tıpkı yakalanan ve yargılanan tüm diğer nazi subayları gibi.

“Ben de emir kuluyum…”

Peki emirler, talimatlar bu kadar güçlü mü? Nasıl olur da tamamen masum insanların, çocukların, bebeklerin canını gözünü bile kırpmadan almasına, onlara işkence etmesine yol açar bir insanın? Vicdan bu denklemde nerede kalıyor? Emir vicdanı da kesiyor mu?

İşte tüm bu soruların cevabını Stanley Milgram isimli bir psikolog da çok merak ediyor ve Adolf Eichmann’ın davasından tam bir yıl sonra 1961’de bugün Milgram Deneyi olarak bildiğimiz ve hala okullarda psikoloji bölümlerinde ders olarak okutulan bir deney gerçekleştiriyor.

Deneyi nasıl gerçekleştirdiğine bir bakalım ve ardından bazı çok çarpıcı sonuçları beraber inceleyelim.

Milgram Yale Üniversitesinde gerçekleşecek bu deney için gazeteye “öğrenme ile ilgili bir deney” diyerek ilan veriyor ve katılımcılarını bu şekilde seçiyor.

Deneyde katılımcılar başka bir kişi ile eşleştiriliyor ve kimin “öğrenci” ve kimin “öğretmen” olacağını belirlemek için bir kura gerçekleştiyor.

Ama bu kura önceden ayarlanmıştı ve gazete ilanı ile gelenler her seferinde “öğretmen” ve Milgram’ın asistanlarından biri de öğrenci oluyordu. Katılımcı bu kişinin de kendisi gibi ilanla geldiğini düşünüyordu.

Milgram’ın asistanlarından olan öğrenci bir odaya alınıyor ve kollarına elektrotlar bağlanıyor ve öğretmen ile araştırmacı yandaki bir odaya geçiyor. Bu odada öğrencinin üzerindeki elektrotları kontrol eden bir panel bulunuyor ve bu panelde 15 volttan ölümcül olan 450 volta kadar düğmeler bulunuyor.

Milgram’ın bu deneydeki asıl amacı insanların başka bir insana zarar vermek pahasına da olsa talimatlara ne derece uyacağını bulmaktı.

Çünkü nazi almanyasında olduğu gibi normal insanların nasıl insanlık dışı suçlar işleyecek kadar itaatkar olduğunu çok merak ediyordu.

Deney gerçekleşirken bir aktörün canlandırdığı laboratuvar önlüğü giymiş bir deney görevlisi de bulunuyordu.

Ve öğrenciye ezberlemesi için bir kelime listesi veriliyor ve öğretmen de bir kelimeyi söyleyerek öğrenciden dört seçenekten oluşan bir kelime grubundan bu kelimeye karşılık gelen kelimeyi bulmasını istiyordu.

Öğrenci her hata yaptığında öğretmenden elektrik şoku vermesi ve her seferinde de şokun şiddetini artırması isteniyordu.

Milgram’ın işbirlikçisi olan öğrenci bilerek genelde yanlış cevap veriyordu ve öğretmen de elektrik şoku veriyordu her yanlış cevap için. Tabi diğer odada bulunan öğrenciye bu elektrik akımı iletilmiyordu ama Milgram’ın asistanlarından olan bu öğrenci iletiliyormuş gibi elektrik şiddetine göre çığlıklar atıyordu.

Öğretmen artık elektrik şoku vermek istemediğini söylediğinde odadaki deney görevlisi devam etmeleri için bazı komutlar veriyordu.

Biri işe yaramadığında diğerlerini kullanacağı 4 tane komut vardı.

Lütfen devam edin.

Deney için devam etmeniz gerekiyor.

Devam etmeniz kesinlikle çok önemli.

Devam etmekten başka şansınız yok. gibi.

Şimdi bu deneyden kısa bir bölüm izleyelim.

Dikkat ettiyseniz katılımcı bir noktada çok rahatsız oluyor ama kendisine komut verildiğinde son seviyeye kadar çıkıyor. Ve yine dikkat ettiyseniz bir noktada öğrencinin bayıldığını düşünüyor katılımcı ve rahatsız olduğunu da görebiliyoruz. Ama yine emirler vicdanından baskın geliyor.

Şimdi sonuçlara ardından da çıkarımlara bir bakalım:

Katılımcıların %65’i neredeyse ölümcül olan son seviye 450 voltluk seviyeye kadar çıktı.

Bunun yanında katılımcıların tamamı 300 volt seviyesine kadar çıkmaktan çekinmedi.

Milgram bununla birlikte 18 deney daha gerçekleştirdi.

Her seferinde durumu değiştirerek itaatin ne şekilde değiştiğini görmek istiyordu.

Asıl önemli sonuçlar ise şunlar:

Sıradan insanlar otorite olarak gördükleri bir figürden (ki bu durumda deney görevlisi) aldıkları emirlere bu masum bir insanı öldürmek anlamına gelse dahi uyma eğilimi gösteriyor.

Otoriteye itaat yetiştirilme tarzımızın da etkisi ile hepimizin içine işlemiş durumda.

İnsanlar otoriteyi ahlaki olarak haklı görüyorlarsa ya da yasal bir dayanağı olduğunu düşünüyorlarsa aldıkları emirlere uymaya daha yatkın oluyorlar.

Bu itaat eğilimi de öncelikle ailede, ardından okullarda ve çalışma hayatında öğreniliyor.

Milgram kendisi şunları söylüyor:

‘İtaatin yasal ve felsefik tarafları çok önemli olsa da insanların somut durumlarda nasıl davrandığına dair çok az şey söylüyor bize.

Bu oluşturduğum deney ile sıradan bir vatandaşın başka bir insana sırf kendisine öyle yapması söylendiği için ne kadar acı verebileceğini görmek istedim.

Bu durumda otorite insanların başkalarına zarar vermemeye yönelik vicdanlarından daha güçlü geldi ve bu o kadar baskındı ki katılımcılar diğer odada kendisi yüzünden acıdan çığlık atan insanları bile görmezden geldi.

Bu deneyden de yola çıkarak Milgram ayrıca bir de teori geliştirdi. Bu teoriye göre insanlar sosyal çevrede iki şekilde davranıyorlar.

Birinci gruptaki insanlar “Özgür” davranış biçimine sahipler. Yani davranışlarının, eylemlerinin, söylediklerinin arkasında duruyor, bunların sorumluluğunu almaktan çekinmiyorlar.

İkinci gruptaki insanlar ise “Sorumluluğu Aktarma” eğilimindeler. Yani başkalarının kendilerini yönlendirmesine izin veriyor ve işler ters gittiğinde ise sorumluluğu doğrudan kendisini yönlendiren kişiye atmayı tercih ediyor. Bunun için ise iki şartın yerinde olması gerekiyor. Birincisi insanlar direktiflerine uyduğu kişinin yetkin ve kendilerinden üstün olduğuna ve ikincisi ise bu otoritenin sonunda sorumluluğu üstleneceğine inanmalı.

Milgram’ın deneyinde bunu destekleyen birçok olay da gerçekleşiyor. Deneyin farklı varyasyonlarını gerçekleştiren Milgram bazı deneklere sorumluluğun kendilerine ait olduğunu söylediğinde denekler hemen deneyden çekildiler ama laboratuvar görevlisi sorumluluğun kendilerine ait olduğunu söylediğinde ise denekler en yüksek voltaja kadar çıkmaktan hiç çekinmiyorlar.

Burada tekrar vurgulamakta fayda var. Bu insanlar hergün yanımızdan geçen, işinde gücünde olan, karşısındaki insana hiçbir garezi olmayan sıradan insanlardı.

Peki kendi yorumuma gelirsek. Bu deneyden nasıl bir çıkarım yapmamız gerekiyor? Ne öğrenmemiz, ne anlamamız gerekiyor?

Bir kere bu deneyin yüzlerce kez tekrar edildiğinden bahsetmeliyim. Çok farklı gruplarla, çok farklı zamanlarda ve ortamlarda tekrar tekrar gerçekleştirildiğinde dahi sonuçlar %61 ila %66 arasında değişti. Yani deney oldukça güvenilir bir deneydi. Bunun dışında Milgram katılımcılarla deney sonrasında birebir görüştüğünde çok ilginç cevaplarla karşılaştı. Deneklerin birçoğu yaptığından utansa da büyük bir kısmı elektrik verdiği masum insan hakkında şunları söylüyordu: “Daha akıllı olsaydı, daha doğru cevaplar verseydi bunlara katlanmak zorunda kalmazdı.” Yani ne kadar kötü hissederse hissetsin yine sorumluluğu başkasına atma eğilimi burada bile karşımıza çıkıyor. Yani evet karşısındaki insana haksız bir şekilde elektrik vermiş olabilir ama o insan da bunları yaşamayı hak etmiş olabilir! 

Yine bahsettiğimiz gibi hepimizde, derinlerde çok kötü bir şey yaptığımızda sorumluluğu başkasına atarak sonuçlarından, özellikle vicdani sonuçlarından kaçma eğilimi söz konusu. “Ben de emir kuluyum” dediğimizde ne yaptığımızın önemi kalmıyor. Sorumluluk bize ait değil kesinlikle.

Peki bunu önlemenin bir yolu var mı? Yani otoriteye yanlış olduğunu bildiğimiz bir durumda karşı çıkabilir miyiz? Bana kalırsa bazı şeyleri kendimize hatırlatırsak bu mümkün.

Birincisi kötü durumda olan, fakir, hasta, güçsüz veya çaresiz durumda olan insanların “bunu hak etmiş” olduğu ön yargısından kurtulmamız lazım. “Daha çok çalışsaydı, daha akıllı olsaydı, okula gitseydi” gibi ön yargılar çok tehlikeli ön yargılar. Herkesi kendi şartlarımızla değerlendirmemeyi öğrenmeliyiz. Son olarak ise öz farkındalığımızı yeniden değerlendirmemiz gerekiyor. Yani asla “ben bu kadar kötü bir şeyi yapmam” diye düşünmemeliyiz. Çünkü bilimsel olarak görülüyor ki çoğumuz belli durumlarda masum bir insanı ölüme götürecek kadar kötü olabiliriz. Bunun için de yaptıklarımızın sorumluluğunu almayı öğrenmemiz gerekiyor. Söylediğiniz her şey, yaptığınız her şey sizin ama sadece sizin sorumluluğunuzda.

Kaynak:

https://www.simplypsychology.org/milgram.html

“Masum Bir İnsanı Öldürür Müydünüz? | Milgram Deneyi” üzerine 2 yorum

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.