İSLAM’IN ALTIN ÇAĞI – İSLAM COĞRAFYASINDA BİLİM

https://www.youtube.com/watch?v=jmCeYiyimoE

Arap dünyası şu anda karanlık çağını yaşıyor.

Dünyanın geri kalanına göre arap dünyası içinden çıkılması mümkün olmayan bir bataklığın içinde. İnsan hakları, kadın hakları, bilim, teknoloji, modernleşme konularında inanılmaz geri kalmış durumda ve bundan çıkış yolu da yok. Batı dünyasının bu coğrafyanın nefes almasına izin vermediğini de unutmamak gerekiyor. Bu coğrafyanın tüm kaynaklarını sömürmek amacıyla insanların kültürü, benliği ve yaşamları ile oynadığı oyunlar ortada.

Diğer taraftan arap dünyasının elit kesimi de buna çanak tutuyor. Salgın haline gelmiş cehaletin sona ermesi için herhangi bir adım atmıyor. Bunun sebeplerine çok başka bir sayfa ayırmak lazım ama birçoğu zaten malumunuz. En kötü sonucu ise arap dünyasında hakim olan islamiyet inancına ve dolayısıyla müslümanlara karşı mevcut haklı veya haksız önyargılar. Insanlar sırf sahip olduğu inanç nedeniyle, kendi seçimi olmayan doğum yeri nedeniyle ayrımcılığa maruz kalıyor. O nedenle bu önyargılar ve bu ayrımcılık ile ilgili bazı şeyler söyleme vakti geldi diye düşünüyorum.

***O yüzden benim bugünkü konum çok başka.

İnsan günün şartları nedeniyle ister istemez önyargılardan kurtulamıyor. Arap yarımadasındaki ülkeler ile ilgili “cehalet, geri kalmışlık” algısı ne kadar bir dereceye kadar haklı olsa da tarihi biraz okuduğumuzda işlerin aslında önceden hiç de böyle olmadığını görüyoruz. Ve karşımıza çok ama çok üzücü bir hikaye çıkıyor. Bir çöküş hikayesi.

Birçok kişi bugün bunu unutmuş görünüyor ama tarihin bir döneminde batı dünyası arap dünyasının şu anda yaşadığı karanlık bir çağ yaşamıştı ve bu dönemde islam’ın hakim olduğu ülkeler dünyaya, bilime, teknolojiye, felsefeye, mantığa, adalete ve daha birçok konuya ışık tutuyordu. Dünyanın bugüne gelmesine yardımcı olan aydınlanmayı başlatıyordu. Dünyanın ilk bilim insanı olarak görülen isimler yetiştiriyordu, farklı medeniyetler ile ortak bilimsel çalışmalar yürütüyor, toplumsal gelişimin ilimden, bilimden ve paylaşmaktan geçtiğine inanıyor ve bunu tüm dünyaya öğretiyordu. Bugün dahi bilime yön veren buluşlar, icatlar, teoriler üretiyordu.

Ve tüm bunları yine Kuran’ı, dini öğretileri baz alarak, bu öğretilerin gereği olarak yapıyordu.

Nerede işler karıştı peki? İnsanlar Kuran’ı, dini öğretileri, anlatıları bugün neden çok farklı yorumluyor. O zaman ilime, bilime yön veren bir medeniyet haline gelen coğrafya bugün neden yine aynı yolu izleyerek kendi kaderini kendisi çizemiyor? Kutsal kitap nasıl bu kadar yanlış yorumlanabilir. İş yine insanda bitiyor aslında.

Benim bu videoyu hazırlama amacım da aslında bunu göstermek. Sürekli sorunu siyasilerde, yönetimlerde vs. arıyoruz ama asıl sorun toplumda. Nasıl yönetileceğimizi seçen yine biziz. İnsan ülkesinde neyi görmek istiyorsa ona göre seçim yapıyor. Yönetimlerden talepte bulunmak, yanlışa yanlış, doğruya doğru demek, işler doğru gitmediğinde uyarmak, gerektiğinde değiştirmek bizim görevimiz. Herkes hak ettiği gibi yönetiliyor en nihayetinde.

Neyse. Konumuza dönersek. İslam’ın Altın Çağı. Farklı görüşler olsa da 8. Yüzyılda başlayan ve 13. Yüzyılda moğol istilasına kadar devam eden süreçte arap dünyası tarihinin en aydınlık dönemini yaşadı. ***Özellikle Harun Reşid ile başlayan Abbasiler döneminde bilim, astronomi, astroloji, matematik, felsefe vs. gibi alanlarda müthiş ilerlemelere imza atmıştır.

Yine az önce de bahsettiğim bugün arap dünyasının bir türlü ilerleyememesine neden olduğu düşünülen dini öğretiler o zaman bu aydınlanmaya teşvik eder nitelikteydi.

Misal o zamanlar Hz. Muhammed’in “Kıyamet gününde âlimlerin mürekkebi ile şehitlerin kanı tartılır, âlimlerin mürekkebi şehitlerin kanından ağır gelir.” hadisi en önemli öğretilerden biriydi. Bugün çok az yerde bu bakış açısını görüyoruz. Belki de çok az kişi duymuştur bunu. Neden?

İşte bu tip öğretilerle yola çıkan zamanın halifeleri bilime ve mantığa çok değer veriyor, bunu bir ibadet gibi görüyorlardı.

Mansur, Harun Reşid ve oğlu Mamun bu aydınlanmanın en önemli isimleridir aslında. Mansur 800’lü yıllarda Bağdat’ta o zamana kadar hiçbir yerde görülmeyen bir bilim merkezi açıyor. Harun Reşid ve Mamun da geliştiriyor bu merkezi. ***Batıda “House of Wisdom” olarak bilinen ve Beyt’ül Hikmet adı verilen bu merkez bir kütüphane ve çeviri merkezi olarak hizmet vermeye başlıyor ve Pisagor, Plato, Aristo, Hipokrat, Öklid, Platon, Galen, Sokrat gibi ünlü düşünür ve bilim adamlarının eserleri arapçaya çevriliyor. Bu döneme çeviri hareketi de deniyor. Farklı medeniyetlerin üretmiş olduğu tüm akımlar, araştırmalar, bilimsel çalışmalar tek bir yerde toplanıyor ve kısa zamanda inanılmaz bir kaynak birikimi ortaya çıkıyor. Bu sırada sadece çeviri de yapılmıyor. ***Çevirileri yapanlar bu araştırmalar ile ilgili yorumlarını, çıkarımlarını da ekliyor. Öğreniyor, yorumluyor ve üzerine koyuyorlar. ***Bu merkez ile birlikte Bağdat da o zamanlar dünyanın en büyük şehirlerinden biri olmasına ve dünyaca bilimin merkezi olarak tanınmasına yol açıyor.

Yine yönetime bir parantez açmak gerekirse, özellikle Abbasi döneminin halifeleri bu merkeze inanılmaz bir önem gösteriyorlar. Bu merkezde çalışanlara, çeviri yapanlara çok yüksek maaşlar bağlıyor ve hatta söylentilere göre çeviri yaptıkları kitapların ağırlığınca altın veriyorlardı.

Yine ayrı bir parantez de Beyt’ül Hikmet’te görev alanlara açmak lazım. Bir seyyaha göre 40’ın üstünde isim çeviriler üzerinde çalışıyor, Yunan, Hint, Çin, Farsi ve Mısır menşeli tüm kaynakları Arapçaya ve Farsçaya çeviriyordu. Sonrasında bu kaynaklar Türkçe’ye, İbranice’ye ve Latince’ye çevriliyordu. ***Burada görev yapan çevirmenler, uzmanlar sadece Müslüman da değildi. Hatta bu merkezin yönetimi çok uzun süre Huneyn Bin İshak’a bırakılmıştı. Bu da ne kadar kucaklayıcı ve kapsayıcı olduğuna dair çok önemli bir gösterge aslında. Beyt’ül Hikmet 950’li yıllarda artık dünyanın en büyük kütüphanesiydi.

İşte bu merkezde Hristiyan, Müslüman ve Yahudi araştırmacıların ortak çalışmaları sonucunda inanılmaz buluşlar, keşifler yapıldı ve tarihe ve bilime yön veren, bilimsel yöntemi geliştiren sayısız bilim insanı ortaya çıktı. Ayrıca 12. Yüzyılda medreselerin de ortaya çıkmasına, bilginin toplum tarafından da öğrenilmesine vesile oluyordu. Bağdat ve Şam’da toplamda 150’ye yakın medrese kurulmuştu bu zamanda. Özellikle üst sınıf olmak üzere insanlar bu merkezlerde astronomi, fizik, felsefe dersleri alıyor, her medreseye ait kütüphanelerde okumalar yapıyordu. Bahsettiğimiz bilim insanlarının hepsine yer vermek imkansız bu videoda ama bazı gelişmelerden ve sonrasında bazı isimlerden bahsedelim.

Bahsettiğim gibi, dönemin yöneticileri bu merkezden parayı sakınmıyordu. Bu çalışmaların sonucunda astronomi alanında dünyanın ilk gözlemevlerinden biri kuruluyordu. Sonrasında tarihin en kapsamlı dünya haritalarından biri ortaya çıkıyordu.

Tıp alanında çalışmalar ortaya koyan isimlerin yazdığı tıp kitapları ve ansiklopedileri dünya çapında yüzyıllar boyunca kullanıldı. ***Tarihin ilk sosyal sağlık hizmeti de bu dönemde ortaya çıkıyordu. Oldukça kapsamlı hastaneler 24 saat açıktı ve kural olarak fakirlerden para alınmıyordu, hasta olanların geri çevrilmesi yasaktı.

***İranlı bir fizikçi olan Al Razi çiçek hastalığı ile kızamığı ayırt eden ilk insan oluyordu.

Yine El Razi’nin de içinde bulunduğu, Biruni, Mashar gibi isimler Aristoteles’in güneş sistemi ile ilgili teorilerini Bağdat ve Şam’da Mamun tarafından kurulan gözlemevlerinden aldıkları verilerle çürütüyordu.

Yine Mamun’un görevlendirdiği bir ekip dünyanın çevresini hesaplamak için çölde yola çıkıyor. Belirli bir yıldızı baz alarak birçok hesaplama sonrasında ulaştıkları sonuca göre dünyanın çevresinin 39400 kilometre olduğu sonucuna varıyorlar. Peki gerçekte kaç kilometre dünyanın çevresi? 40075 km. Sadece 675 km sapma ile bu sonuca varabiliyorlar.

Şimdi bu merkezden çıkan ya da bu dönemde yaşamış ve bu akımdan etkilenerek bilimde, matematikte, astronomide vs. çığır açmış bazı isimlere bakalım. Sayısız isim var ancak birkaçına baktığımızda ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Sanırım bu isimlerden en önemlisi El Harizmi’dir.

El Harizmi öncelikle ondalık sayı sistemini Hint kaynaklardan yaptığı çeviriler ve çalışmalar ile batı dünyasına tanıtan ve roma rakamları yerine bugün dahi dünyanın kullandığı sayı sistemini dünyaya sunan kişidir.

Ama daha da önemlisi Harizmi Cebir’in kurucusu ya da atası olarak tanınır. Kendisi Cebir konusunda araştırma yapan ilk kişi olmasa da kurallarını belirlemiş ve bu konuda bir kitap yazmıştır. Ve cebir ile ilgili yazdığı bu kitap da 16. yüzyıla kadar Avrupa üniversitelerinde temel matematik ders kitabı olarak kullanılmıştır.

Bazı kaynaklara göre Algoritma kelimesi de kendisinin isminden türetilmiştir.

***Diğer bir isim ise Habeş El-Hasib.

 ***Matematikte Trigonometri dersi almış olanlar hatırlar. İşte El-Hasib Sinüs, kosinüs, tanjant, kotanjant, sekant, kosekant gibi trigonometrik fonksiyonları matematiğe kazandıran bir matematikçiydi. Bu fonksiyonlarla ilgili daha detaylı çalışmaları yine kendisinden sonra yaşamış olan El-Buzcani yapmış ve hatta 4 bilinmeyenli denklemleri ilk çözen kişi de kendisi olmuştur.

Diğer çok önemli bir isimse Amerikalı ünlü yazar Brandley Steffens’ın kendisi hakkında İLK BİLİM ADAMI isimli bir kitap yazdığı İbn’ül Heysem’dir. Heysem bir fizikçiydi ve tüm hayatını ışık ile ilgili çalışmalara adamıştı. Ve Kitab El-Menazır yani Simetriler Kitabı isimli kitabında insanın nasıl gördüğü ile ilgili o zamana kadar bilinen tüm teorileri yıkarak optik alanında devrim yaratmış ve optik biliminin kurucusu olarak tarihe geçmiştir. ***Çalışmaları Roger Bacon ve Johannes Kepler’in de çalışmalarına ışık tutmuştur. Ve en önemlisi de yüzyıllar sonra avrupa’da Rönesans ile yaygınlaşan Bilimsel Yöntemi ilk kullanan bilim adamıydı Heysem.

***Başka bir isim ise Ömer Hayyam. Daha çok şiirleri ile tanınan Hayyam da bir felsefe ve matematik bilginiydi. Özellikle herkesin Pascal’ın Üçgeni olarak bildiği olguyu aslında ilk bulan kişi Ömer Hayyam’dır. Pascal’ın Hayyam’ın çalışmalarından yola çıkarak bu olguyu geliştirdiği söylenir. O yüzden Hayyam Üçgeni mi demek lazım?

Bu isimlerin yanında dünyaca ünlü Biruni ve İbni Sina gibi isimler de var. Bu isimlerle ilgili belki de çok başka bir video hazırlamak lazım. Yüzlerce kitap yazmış, kendi alanlarında sayısız teoriye imza atmış ve hala birçok bilim adamına göre tarihin gördüğü en önemli isimlerdendi. Kaldı ki birçoğumuz bu isimlere derslerden aşinayız.

Peki bu ALTIN ÇAĞI ne bitirdi? Neden bu dönem sona erdi? Aslında burada suçlu Hülagü Han. 13. Yüzyılın ortalarında tüm dünyada taş üstünde taş bırakmayan Moğollar Bağdat’a da giriyor ve Beyt’ül Hikmet’te ne kadar kitap varsa, o zamana kadar yapılmış, yazılmış ne kadar araştırma varsa hepsini yakıyor, nehre attırıyor, yok ettiriyor. Bazı kaynaklara göre nehre atılan kitaplar o kadar fazlaydı ki nehrin rengi akan mürekkepler nedeniyle kapkara olmuştu.

Tıpkı İskenderiye Kütüphanesine olanlar gibi. Tarihin en karanlık iki olayından biridir Beyt’ül Hikmet’e olanlar.

***Tabi ki sonrasında gelen bazı arap yönetimler elde kalan çok az çalışmayı ve bu çalışmaları yapan bilginleri Allah’a şirk koşmak suçuyla sürüyorlar, çalışma yapmalarını engelliyorlar ve İslam’ın Altın çağı 15. Yüzyıl sonlarında artık geri dönülemez biçimde sona ermiş oluyor.

***Yine en başta söylediğim gibi. Arap dünyası şu an içinden çıkılmaz bir bataklık içinde. Bana kalırsa savaşlar, afetler, dış güçler vs. hepsinden öte bu çıkmazın en önemli sebebi işte yaşanan bu Altın Çağ’ın unutulması ve cehaletin hakimiyetidir.

Yine burada sorunun yine insanlarda olduğu vurgusunu yapmakta fayda var. Aynı öğretilerle zamanında dünyayı bilim ve ilimle aydınlatan insanlar da aynı coğrafyanın, aynı inanç sisteminin insanları, bugün IŞID isimli korkunç bir gruba dahil olup sırf kendi inancına ait olmadığı için masum insanları öldürmeye ant içen insanlar da. ***Yani yine sorun insanda ve ne ederse insan kendisine ediyor.

Yani çözüm ilimde, bilimde… Çözüm akılda ve de mantıkta…

Haftaya görüşmek üzere!

Sevgiler!

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.