Featured Video Play Icon

Humphry Davy: Köyden Royal Society’e – Maddenin Hikayesi 2. Bölüm

Bilimi bir oyun gibi görmeyi çok seviyorum. Bir oyun alanı. Bilim insanlarını da doyumsuz merak duygusuna sahip çocuklar.

Basitleştirmek değil amacım. Tam aksine. Tam da olması gereken ruh budur diye düşünüyorum.

Her dönemde değişik kuralları olan, kimilerinin tamamen yeni bir oyun tasarladığı ve diğerlerinin de bu oyunu kurallarına göre oynayarak birinci olmaktan ziyade hem keyif almak hem de bulmacayı çözmek için var gücü ile yarıştığı bir oyun alanı.

İşte 1700lerde yepyeni bir oyun peydah olmuştu. Black, Priestley ve Lavoisier’in tasarladığı bir “hazine avı”…

Artık maddenin, bildiğimiz her şeyin öyle 3-4 elementten oluşmadığı kesinleşmiş, karbondioksit, azot, oksijen derken bir yarış başlamıştı.

Özellikle biraz da Priestley’den aldığı ipucu ile oksijeni keşfeden Lavoisier en önemli isim olacaktı burada.

Zira oksijen sanki tüm bilmediğimiz elementleri bir arada tutan bir yapışkan gibiydi. Her türlü maddeden oksijeni çıkardığımızda sanki geriye kalan her şey yeni bir element olabilir gibiydi.

Ve oyun başlamıştı.

Priestley ve Lavoisier aslında artık “Tüm bu madde neden yapıldı?” sorusunun cevabına götüren yolun ilk taşını koymuşlardı.

Oksijenden arındırdıkları maddelerde de Lavoisier bulunan tüm elementleri eşinin yardımı ile listelemişti o zaman. 33 yeni element vardı karşılarında. Bu işin sonu nereye gidecekti…

Zira daha ışık ve ısının da hala element olduğu düşünülüyordu. Ama dedik ya. Oyun başlamıştı…

Tüm dünyada, İsveç’ten Meksika’ya, Amerika’dan Sibirya’ya. Her gün yeni bir keşif geliyordu. Bir kimyacı için de yeni bir element keşfetmek, nasıl söyleyelim, everest’e ilk kez tırmanan bir dağcının hissettiği ile eşdeğerdi desek abartmış olmayız.

Bu hazzı tatmak isteyenlerden biri de İngiltere’nin en ücra köşelerinden, Londra’dan at arabası ile 1 haftada ulaşılabilen Penzance isimli bir yerden bir isimdi.

Bir marangozun oğlu. Henüz 20 yaşına gelmeden İngiltere’nin en iyi kimyacısı olacak bir isim.

Ve bebarbilim izleyicileri bu ismi çok iyi tanırlar. Sir Humphry Davy…

Hatırladınız mı? Bizim diplomasız dâhimiz Michael Faraday’in ilk hocası, ona yolu açan isim. Sonunda araları biraz bozulsa da Humphry Davy’den o video özelinde çok bahsedememiştik. Gelin biraz daha tanıyalım onu.

Hakkını teslim edelim.

Davy’nin hikayesi de Faraday’inkinden çok farklı değildi. 15 yaşında babası öldüğünde ailesine yardım etmek için okulu bırakıp bir eczacıda çıraklık yapmaya başlamıştı. Ama öğrenmeye aşıktı ve bulabildiği her şeyi okur, kendini eğitmekten geri kalmazdı.

Babasının öldüğü yıl, 1789’da Lavoisier ilk çalışması Elementary Treatise on Chemistry çalışmasını yayımlamış ve genç Humphry Davy bu çalışmayı orijinal dilinde, Fransızca okumuştu. Evet. Fransızca da öğrenmişti kendi kendine… Sırf bu bilimsel çalışmaları okuyabilmek için. Kayıtlara baktığımızda bu genç yaşında bilimsel notlar almaya başladığını görüyoruz. Hazırlanması gerekiyordu çünkü. Çünkü devlere kafa tutması gerekecekti. Basit düşüncelerle değil kanıtlara dayalı zihinsel silahlarınızla saldırmalısınız devlere karşı gelecekseniz…

Bu notlarından birinde olayın ne kadar farkında olduğunu anladığımız şu notu düşmüştü:

“Kimya simyacılığın yanılsamalarından doğdu. Fakat sonra filojiston denen safsatanın zincirleri ile hapsedilmişti. Fakat Black, Priestley ve Lavoisier sayesinde kimya artık özgürleşti…”

Davy kendi kendine yaptığı deneylerde de ilk olarak bu isimlerden birinin, Lavoisier’in ısı teorisini çürütebileceğini anlamıştı.

Daha önce termodinamik ile ilgili bir videomuzda bahsetmiştik. Lavoisier ve bir grup ısının kalorik adı verilen bir “olgu” olduğu. Maddeye dışarıdan giren bu maddenin ısıya neden olduğu teorisini ortaya atmıştı.

Davy ise ısının aslında parçacıkların, maddeyi oluşturan parçacıkların hareketinin bir sonucu olduğunu keşfetmişti kendince. Bakın daha atom filan keşfedilmemiş. Atom teorisinin şekillenmesinden 200 sene öncesinden bahsediyoruz.

Bunu da basit bir deneyle açıklamaya çalışıyordu. Buz parçaclarını birbirine sürterek. Evet. Kalorik denen sözde maddenin geldiği veya gittiği yoktu. Sürtünme tek başına buzu eritebiliyordu.

Bu teorisini destekleyen çalışmalarını toparlayıp daha 18 yaşındayken ilk çalışmasını yayımlamış ve bu sayede Bristol’da keşfedilen yeni elementlerin hastalıkların tedavisinde kullanılma olasılığını araştıran bir enstitüde asistan olarak işe başlamıştı.

Ve daha sonra bu enstitünün de başına geçecekti. Tekrar söylüyorum. Hala 19 yaşındayken oluyor tüm bunlar…

Biraz da çılgındı Davy. Bu enstitüde temel görevi en başlarda gazları üretmek ve bunları test etmekti.

Kimi zaman bunları kendi üzerinde bile deniyordu. Evet.

Misal bugün araba egzozlarından salınan karbonmonoksit isimli zehirli gazı soluyor ve sonuçlarını inceliyordu. Birkaç kez ölümün kenarından da dönmüştü…

O dönemde birlikte çalıştığı arkadaşlarının notlarına göre bir keresinde zehirli bir gazı yine kendi üzerinde denedikten sonra nabzını ölçmüş ve “galiba bu da beni öldürmedi” demişti. Sonra 2 gün bir tür koma haline girmeden önce söylediği son sözdü bu…

Ama yokluktan gelen bir gencin çılgınlığıydı bu biraz da. Bir şeyleri kanıtlaması için risk alması gerektiğinin de farkındaydı.

Zira kendisini başka bir dev İngiliz ile özdeşleştiriyordu Davy. Bristol’da çalışırken tuttuğu notlardan birinde kendi isminin yanına yazdığı bir isim.

Isaac Newton.

Davy kimyanın Newton’ı olmak istiyordu.

Olacaktı da.

Fakat ilk çalışmalarından biri uzun bir süre laboratuvarda keşfettiği bir gaz ile insanları güldürmek olacaktı. Evet. Azot oksit olarak bilinen ancak kahkaha gazı olarak tanınan gazı bulmuş ve ilk deneyen kendisi olmuştu. İçine çeker çekmez kendi sözleri ile hayatında daha keyifli çok az şey yaşamıştı. Dans etmeye, kahkahalar atmaya başlamıştı. Garip ama çok keyifli hissediyordu.

Bu keşfini duyan herkes denemeye koşuyordu. Edebiyat dünyasından yakın arkadaşları deniyor, eğleniyordu. Buhar devriminin öncülerinden James Watt bile bu gazı denemek için koşarak gelmişti.

Bilim ilk defa bu kadar eğlenceli olmuştu. Bu da popülaritesini artıran etkenlerden biriydi.

 Fakat Davy bu keşfini bir bilimsel çalışmaya dönüştürmeye çalıştığı sıralarda dünyanın başka bir yerinde, dünya tarihini baştan sona değiştirecek inanılmaz bir gelişme yaşanıyordu.

Bilimin tüm temellerini sarsacak, tüm çalışmaları, ve hayatımızı yeniden şekillendirecek.

Tam 1800 yılında, Alessandro Volta isimli bir İtalyan yeni bir elektrik kaynağı ürettiğini açıklamıştı.

Elektrik? Kaynağı? Nasıl yani?

Böyle söyleyince garip geliyor ama insanlık elektriği sadece doğada görüyor, şimşekte, yıldırımda tanıyordu onu. Yıldırımları yakalamaya çalışan nice isim hayatını kaybetmişti bu yolda. O nedenle kimse bunun ne demek olduğunu anlamıyordu.

Fakat. Evet. Volta… Aralarına tuzlu suya batırılmış kartonlar koyduğu bakır ve çinko plakalardan oluşan bir düzenek ile, “volta istifi” olarak bilinen dünyanın ilk “bataryasını” üretmiş ve elektriğe hükmetmişti bir anlamda. Kontrol altına almıştı.

Bu şey gibi. Fantastik hikayelerde bir tür güç geçer hep, o güce sahip olan evrene hükmeder ya hani. İnsanlık için böyle bir şeydi bu.

Ancak elektrik devriminin ilk dalgaları sıradan insanları ilk etapta çok ilgilendirmeyecek, kimse bunun barındırdığı potansiyeli göremeyecekti.

Bilim insanları hariç. Hemen bu yepyeni enerji kaynağı ile daha önce mümkün olmayan deneyler yapmaya başladılar.

Tabi o dönemin en büyük yarışı, element hazinesi avı için de kullanılan bir araç olmuş ve Volta bataryayı açıkladıktan sonra henüz birkaç hafta içinde iki İngiliz bunu kullanarak suyu elementlerine ayırabilmişti: hidrojen ve oksijen…

Elektrik bir şekilde suyu bileşenlerine ayırmıştı…

Daha da garibi, hidrojen negatif elektrotta, oksijen ise positif tarafta toplanmıştı… Garipti. Çözülmesi gereken bir gizem daha…

Tabi bizim Davy de hemen bunu fark etmiş ve “Volta bize doğanın en gizemli gücüne açılan bir anahtar verdi. Bundan önce araçlarımız çok kısıtlıydı. Artık özellikle kimyada olasılıkların sonu yok. Keşfedilmemiş bir kıta gibi…”

Tam da bu sıralarda azot oksit gazı ile ilgili çalışmaları da duyulmuş ve bu köylü genç, henüz 22 yaşındayken hayatının fırsatını yakalamıştı.

O zamanlarda kimya laboratuvarı için bir direktör arayan bir kurum kendisini fark etmişti.

“Londra Kraliyet Enstitüsü”…

İngiltere’nin vahşi batısından, tırnakları ile kazıya kazıya. Royal Institute’da, o zamanlar tüm dünyada bilimin en önemli merkezine kadar uzanan bir hikaye.

Buradaki profesörler de bu azimli, parlak genci hemen en önemli görevlerden biri ile görevlendirdiler.

İnsanlara bilimi sevdirmek.

Bu amaçla hemen Albemarle Caddesindeki şu önemli salon inşa edildi. Bugün hala ayakta duran ve hala Royal Institution’ın halka açık konferanslar gerçekleştirdiği, hala birçok konferansı YouTube kanallarından takip edebileceğiniz bu binanın temelleri işte bu dönemde atılmıştı.

Davy ilk olarak profesörlere asistanlık yapıyordu. Fakat. Profesörler bu bilimi sevdirmek konusunda çok başarılı değillerdi. Çok geçmeden Davy baş konuşmacı olmuştu.

Konuşma yeteneği, deneyleri müthiş bir gösteri gibi kurgulaması ve bir nevi sahne ışığı sayesinde salonlar kısa sürede dolup taşmaya başladı.

Birkaç sene bu şekilde müthiş bir ün kazandı ve Davy artık gözünü zirveye dikmişti. Bu arada İngiltere’de hala rakip olarak görülse de bilimsel çalışmaların şekillendiği Royal Institution yani Kraliyet Enstitüsü ile Royal Society yani Kraliyet Topluluğu olarak iki ayrı kurum bulunur. Royal Institution daha halka dönük, Royal Society ise elitlerin bir nevi kapalı bir topluluğudur. Royal Society o nedenle bir nevi kendini kanıtlayanların yeriydi.

Davy de çok geçmeden bu toplulukta kendine yer bulmuştu.

Ve uzun süredir hayalini kurduğu dev bir batarya ile keşfedilmemiş yeni elementlere gözünü dikmişti.

Çok uzun denemelerden sonra Davy sonunda yepyeni bir element keşfetmişti.

Kullandığı elektrik akımı ile. Potaş olarak bilinen bir maddeyi ayrıştırarak,

Potasyumu keşfetmişti.

Bu gücü kullanmaya devam ederek.

Hemen ertesi gün bir element daha.

Sodyum…

Elektriğe hükmeden bilim dünyasının eline müthiş bir araç geçmişti.

Çok geçmeden, yine Humphry Davy tek başına 4 yeni element daha keşfetmişti.

Magnezyum, kalsiyum, strontiyum ve baryum…

Diğer taraftan dünyadan da yeni keşifler geliyordu.

Boron, iyodin, lityum, silikon, alüminyum…

Bu keşifleri tek başına değerlendirmeyin lütfen. Sadece silikonun ayrıştırılmasının bile tüm dünyayı nasıl bugüne getirdiğini bir düşünün.

Buradaki kelebek etkisini bir görün istiyorum.

Volta’nın çok basit gibi görünen bataryası kimyacılar için inanılmaz bir araç olmuştu. Kimyacıların kullandığı bu basit araç, oynadıkları bu hazine avı… Tüm dünyayı dönüştürecekti.

Yani çok basit gibi görünen gelişmeler, bazen bizim anlayamadığımız teknolojik gelişmeler. Hiç tahmin edemeyeceğimiz gelişmeler doğurabiliyor.

Humphry Davy de şöyle bahsetmişti bu konudan:

“Bazen bilimsel ilerleme bizim zekamızdan çok kullandığımız araçlarla ilgilidir. Hiçbir şey yeni bir teknoloji kadar bilimsel ilerlemeyi hızlandıramaz…”

Fakat Davy’nin asıl devrimsel etkisi elementlerden çok bu elementleri keşfederken kullandığı elektriğin doğası ile ilgili olacaktı.

 Herkes elektriği kullanarak elementleri ayrıştırıp keşfederken Davy işin diğer tarafından bakmaya başlamıştı bile.

Bu yolu bize açan elektrik acaba maddenin ilk başta bir araya gelmesinde de bir rol oynamış mıydı?

Elektrik acaba maddenin ayrılmaz bir parçası olabilir miydi?

Bizi bir arada tutan, parçacıkları birbirine yapıştıran bir şey miydi?

Bilim dünyasının bunu anlayabilmesi için 100 yıldan fazla bir süre geçmesi gerekiyordu.

Fakat fitil ateşlenmişti bir kere.

Maddenin hikayesi daha da heyecanlı bir yere doğru gidiyordu…

Biz de bir sonraki bölümde bu devrimin tavan yaptığı dönemlere adım atacağız.

Ve her zaman olduğu gibi.

Tekrar görüşene dek.

İyi ki varsınız.

Sevgiler…

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.