27 Temmuz 1978 tarihinde Daily Mail gazenetsinde yayımlanan bir habere bakıyoruz şu anda.
İnsanlık tarihini baştan aşağı değiştiren bir haber. Bu haber öncesi ve sonrası şeklinde niteleyebiliriz birçok şeyi. Özellikle genetik bilimi için çok önemli bir haber bu.
İnsanlık tarihinde ilk kez bir tüp bebeğin dünyaya geldiğini bize sunan bir haber.
İngiltere’nin Lancashire kentinde uzun uğraşlar sonucu bebek sahibi olamayan Lesley Brown ve Gilbert Brown çifti o zaman için zamanın çok ötesinde olan bu tüp bebek tedavisine gönüllü oluyorlar ve yığınla itirazın, dini endişelerin gölgesinde tarihin ilk tüp bebeği Louise Joy Brown dünyaya geliyor.
Tabi bu başarının da kolay gelmediğini hemen söyleyelim. “Tüp bebek” fikri ilk ortaya atıldığında inanılmaz bir tepki ile karşılaşıyor. Siyasiler, din adamları, bilim insanları, toplumun her kesiminden insan hem ahlaki olarak yanlış hem de bilimsel olarak çok riskli olduğu yönünde tepkilerini koyuyordu. “Tüp bebeklere” karşı gösteriler yapılıyor, yasalar çıkarılmaya çalışıyordu.
Fakat bir kez daha bilim galip geliyor ve çocuk özlemiyle yanıp tutuşan milyonların umudu oluyordu. Kısa sürede tüm dünyada yaygınlaşmış ve o günden bu güne milyonlarca çocuğun sağlıklı şekilde doğmasına, milyonlarca ailenin çocuk hasretini gidermesine ve bu tüp bebeklerin mutlu bir hayat sürmesine, müthiş başarılara imza atmasına, onların da çocuk sahibi olmasına vesile olmuştur.
Loise Joy Brown dünyaya geldikten sonra dünya artık çok başka bir yer olmuştur.
Başka bir haber…
Bu haber işleri bir adım ileri götürüyor.
1996’nın Ağustos ayı.
Tarihin ilk “üç ebeveynli” bebeği dünyaya geliyor.
İki biyolojik annesi ve bir biyolojik babası olan bir bebek.
Maureen Ott isimli kadın uzun süredir normal yollarla veya tüp bebek yöntemi ile bir türlü hamile kalamamaktadır. Bunun üzerine Amerika’da New Jersey eyaletinde bulunan bir klinikte deneysel bir işleme katılmaya gönüllü oluyor.
Bu işlemde Maureen’den alınan yumurtaya eşinin spermi ile birlikte başka bir kadının yumurtasından alınan bir miktar sitoplazma da enjekte ediliyor. Sitoplazma dediğimiz hücrenin iç kısmında bulunan ve içinde RNA, enzimler, mitokondri ve aminoasitlerle birlikte yüksek miktarda su bulunan yoğun bir sıvıdır.
Buradaki sıkıntı şu. Bu sitoplazmanın enjekte edilmesi ile annenin yumurtasının daha sağlıklı ve güçlü olması amaçlanıyordu ancak diğer anneden alınan sitoplazma içinde bulunan mitokondride de DNA bulunuyordu. Ve bildiğimiz kadarıyla mitokondri DNA’sında bulunan 37 gen doğrudan anneden çocuğa aktarılıyor.
Yani bu iki kadının DNA’sını taşıyan embriyo Maureen’in rahmine yerleştirildiğinde Maureen tarihte ilk kez üç ebeveynin genlerini taşıyacak bir bebeğe hamile kalmıştı.
Ve sonunda 1997 yılında sağlıklı bir bebek dünyaya gelecekti.
Bu olayla birlikte bir kez daha yığınla etik soru ortaya çıkmıştı. Tıp dünyası bu tip çaprazlama uygulamalarının risklerine vurgu yaparken insan gen havuzunun kontrol edilemeyecek şekilde bozulabileceği de tartışılmaya başlanmıştı.
Tüp bebek tedavisi kadar yaygın olmasa da bu tedavi de oldukça yaygın şekilde kullanılmaya başlanacaktı.
Genetik çalışmaları meyvelerini vermeye başlamıştı.
Ama herkesin aklında “gebelik” sorununu çözmekten çok daha ötesi vardı bilim dünyasında.
Bozuk genleri düzeltmek…
Hastalık riski taşıyan, yanlış mutasyona uğramış genler nasıl bulunarak düzeltilebilirdi?
Herkesin beklediği gelişme 2000 yılında İnsan Genom Projesinin duyurulması ile kendini gösterdi.
Aranan cevap bulunmuştu ve artık sorunlu genler bulunabilecek ve iyileştirilebilecekti.
Daha önce bu konuya genişçe değinmiştik detaylar için o videoyu da izleyin mutlaka.
Ve bu gelişme üzerine çok geçmeden 2018 yılında “Lulu ve Nana” isimli ikizlerin doğduğunu bize bildiren bu haber ile bir kez daha yer yerinden oynayacaktı.
Çin’de bir araştırma ekibi ilk kez genetiği düzenlenmiş bebeklerin dünyaya geldiğini duyuracaktı.
Tarihin ilk genetiği değiştirilmiş insan bebekleri.
Araştırma ekibi Lulu ve Nana isimli ikiz bebeklerin genetiğinde insan bağışıklık yetmezliği virüsü olarak bilinen HIV virüsünün insanlara bulaşırken kullandığı CCR5 isimli geni değiştirdiklerini duyurdular.
Bu geni değiştirmek için de CRISPR/Cas9 ismi verilen çok güçlü bir teknik kullandılar.
CRISPR/Cas9 isimli bu teknik en ama en basit haliyle bir makas görevi görüyor.
Bu moleküler makas ile DNA’da sorunlu kısımların çıkarılarak yerine sağlıklı parçaların yapıştırılması sağlanıyor. Bildiğimiz kopyala yapıştır diyebiliriz.
Neden böyle bir şey yaptılar peki derseniz? Lulu ve Nana’nın babası Mark bir HIV hastasıdır. Ve hepimizin bildiği gibi bu virüsü taşıyanların bırakın çocuk yapmaları, evlenmeleri dahi çok mümkün olmayabiliyor.
Ve bu prosedür için Lulu ve Nana’nın genleri yumurta halindeyken değiştiriliyor ve tüp bebek uygulaması ile gebelik başlıyor.
İlk testlerde ve genom dizilemesi sonrasında Lulu ve Nana’nın genlerinde HIV virüsünü kapmalarına neden olabilecek bahsettiğimiz CCR5 isimli genin başarı ile değiştirildiği görülüyor.
Lulu ve Nana da normal bir hamilelik sürecinden sonra çok sağlıklı iki bebek olarak dünyaya geliyorlar.
Doğum sonrasında da tekrar genom dizilemesi ile genleri kontrol ediliyor ve Lulu ve Nana’nın genlerinde CCR5 geni dışında hiçbir anormallik veya sorun gözlenmiyor.
Ve Lulu ve Nana HIV taşıyan bir babanın tamamen sağlıklı çocukları olarak dünyaya gelmiş oluyorlar.
Ve daha da önemlisi ne biliyor musunuz? Lulu ve Nana’nın ömürleri boyunca herhangi bir yolla bu virüse yakalanmaları mümkün değil.
Bu hastalığa doğuştan bağışıklığa sahip olarak doğuyorlar.
İşte bu haber ile çok çok başka bir dünyanın kapıları açılmış oluyor bize.
Ve çok çok başka tartışmaların, ikilemlerin, karşı çıkmaların, sorunların veya bildiğimiz haliyle tarihi baştan yazacak olasılıkların.
İsterseniz CRISPR Cas9 tekniğinin ne olduğunu geniş bir şekilde özetleyelim bu olasılıkları konuşmadan önce.
CRISPR teknolojisi aslında doğal olarak bakterilerde bulunan bir savunma mekanizmasından öğrenilen bir teknoloji. Virüslerin sürekli saldırdığı bakteriler RNA ve Cas9 isimli proteinin de dahil olduğu çeşitli Cas proteinlerini kullanarak virüs ve diğer yabancı maddelerin saldırılarına karşı koruma sağlar. Bir virüs bakteriye saldırdığında virüsün DNA’sını keserek karşı koyar. Bu sayede virüs ölür ancak bakteri bununla da kalmaz. Kestiği virüs DNA’sının bir kısmını daha sonra kullanmak üzere saklar. Bu kalıntı DNA veritabanında tutulur ve aynı tip virüs gelecekte bakteriye saldırdığında bakteriler Cas9 adı verilen ve bir GPS gibi çalışan enzimi üretir. Bu enzimler veritabanına giderek saldıran virüsün DNA’sı ile eşleşen DNA’ları tarar. Bir eşleşme bulduğunda ise virüsü anında öldürebilir.
Doğal olarak gerçekleşen inanılmaz bir sistem değil mi?
İşte bu inanılmaz sistemden yola çıkan bilim insanları Jennifer Doudna ve Emmanuelle Charpentier bakterilerdeki bu sistemin alınıp üzerinde oynanabileceğini düşünüyorlar.
Bunun için de bakterilerin kullandığı bu CRISPR savunma mekanizmasını moleküler bir makasa yerleştirilecek güdümlü bir DNA tarayıcısına dönüştürmek istediler.
Ve ortaya çıkan sonuç inanılmazdı. İstedikleri geni bulabiliyor ve kesebiliyorlardı.
Şimdi bu bulgunun gelecek nesilleri tamamen değiştirecek, tüm hastalıkları, kanseri ortadan kaldıracak, salgın ya da genetik tüm bozukluk veya hastalıkları tarihe gömecek, tarımda, mühendislikte kullanılacak ve dahası bozuklukları düzeltmesinin yanında yeni nesillere istediğimiz özellikleri verebilecek bir bulgu olduğunu söylesem?
Ve bu hayal gücümüzün yettiği olasılıklar sadece…
Hatta abartıp insanlık tarihinin en önemli bulgularından biri olduğunu bile söyleyebiliriz.
CRISPR’ın bilime sağladığı en önemli fayda ise aylar sürebilecek gen düzenleme işlemlerinin süresini günlere hatta saatlere indirmesi ve bu işlemin maliyetini %90’dan daha fazla azaltmasıdır.
Ve gen düzenlemesinden bahsediyorsak elbette söz konusu sadece insanlar da olmayacak.
Gelin bazı mevcut ve olası uygulamalara bakalım ve sonrasında asıl önemli soruları soralım.
Bir kere şu anda dahi kullanılan bir yöntem olan besinleri daha besleyici veya daha dayanıklı hale getirme en yaygın kullanımlarından biri olacak CRISPR’ın. GD dediğimiz yiyeceklerde genetiğin değiştirilmesi şu anda bile büyük tartışmalara yol açıyor ancak CRISPR bu yöntemi tamamen ortadan kaldırmasa da bu işlemin çok daha odaklı ve hızlı şekilde yapılmasını sağlayacak. GDO tekniği hem çok daha fazla zaman alıyor hem de hangi genlerin değiştirildiğini çok bilemediğimiz için sorun teşkil ediyor ancak CRISPR ile tam olarak istediğimiz ve zarar vermeyecek değişiklikleri yapabileceğiz.
Sağlık açısından baktığımızda az önce de bahsettiğim gibi CRISPR Cas9 teknolojisi ile kistik fibroz gibi genetik hastalıklar tarihe karışabilir. Ayrıca göğüs ve rahim kanserine neden olduğu bilinen BRCA1 ve 2 genlerindeki mutasyon üzerinde de denenmeye başlandı şu anda. Zaten CRISPR’ın şu an bizim için en umut vaat eden tarafı tüm kanser türlerine karşı çok önemli bir çözüm olabilme ihtimalidir. Şu anda en büyük sorun çok hızlı yayılan kanserli hücreleri hedef alamamamız. CRISPR’da kullanılan rehber RNA’lar Cas9 enziminin de yardımı ile adeta güdümlü bir füze gibi neresinin hasarlı olduğunu bulup tam da ihtiyaç duyulan yerlerde tedaviyi kendiliğinden gerçekleştirebilecek potansiyele sahiptir.
Diğer taraftan şu anda çok konuşulmasa da dünyayı çok ciddi bir sıkıntı bekliyor. Bakteriler direnç gösterdikçe dünyada etkili antibiyotiklerin sayısı da azalıyor. Tıp dünyası sürekli bakterilerin tanımadığı antibiyotikler geliştirse de bu çok zaman alan ve masraflı bir iş. Ama teoride CRISPR sistemi belirli bakterileri nokta atışı ile yok edebilir. Yine şu anda HIV ve uçuk virüsü gibi virüsleri hedef alan CRISPR uygulamaları test ediliyor.
Çok güzel bir haber de sivrisineklerle ilgili. CRISPR ile tüm sivrisinekleri ortadan kaldırabileceğimizi biliyor muydunuz? CRISPR ile yavruya geçirilecek özelliği seçebilir ve misal sadece erkek çocuğu olmasını sağlayabilirsiniz. Sivrisineklerde böyle bir uygulama başladığında bir süre sonra tüm sivrisinek nüfusu sadece erkeklerden oluşacağı için türleri sona erebilir.
Ya da yok etmektense sivrisineklerin yaydığı sıtma virüsüne karşı dirençli olmalarını sağlayıp bu hastalığı tamamen yeryüzünden silebiliriz.
Bir türü yok etmek bir tarafa yok olmuş, nesli tükenmiş bir türü de yeniden canlandırabiliriz bu teknikle.
DNA’lar bir tür veritabanı olarak görev yapar ve aslında DNA’mızın %2’si bizi biz yapan özellikleri bize aktarır. Kalan kısmı tüm evrimsel süreçten gelen bilgileri taşır. Yani ilk insanların bilgileri şu an DNA’mızda saklı.
Dinozorlar mesela. En yakın akrabalarından biri olan kuşların genlerinde dinozorların bilgileri saklı duruyor. Bu bilgiyi kullanarak gen düzenlemesi ile dinozorları dünyaya geri getirebiliriz. Neden böyle bir şey yapalım o ayrı konu ama işte mümkün.
Ama ve fakat tüm bunların çok çok ötesinde, çılgın mı çılgın bir olasılık önümüzde.
TASARIM BEBEKLER!
Tüm bu teknoloji ile ilgili herkesin ilgisini çeken bu olasılık oldu haliyle.
Önceleri tamamen bilim kurgu gibi gelen bu olasılık artık düşündüğümüzden çok daha olası. Artık çocuklar doğmadan sahip olabilecekleri tüm genetik hastalıkları ortadan kaldırabileceğiz bunu biliyoruz.
Ama bir konu daha var. İstersek mesela çok daha atletik olmasını veya çok zeki olmasını da sağlayabileceğiz.
Burada daha geniş çerçevede olabilecek olan da şu. Bundan sonra tüm bebeklerin genetiğini düzeltmeye başladığımızda gelecekte tüm nüfusu etkileyecek bir şey ortaya çıkabilir. Yani belli bir zaman sonra tüm dünya nüfusunun genetiği düzenlenmiş insanlardan olma ihtimali var.
Çünkü dna’da yapılan bu düzenleme bu bebeklerin çocuklarına da aktarılacak. Mavi gözün, sarı saçın aktarılması gibi süper kaslı olacak şekilde düzenlenen bebeklerin de süper kaslı bebekleri olacak.
Daha çarpıcısı ise yaşlanmayı da önleyebiliriz artık. Belki ölümsüzlükten bahsetmiyoruz burada ama yaşlanmanın hücrelerde yaşanan hasar nedeniyle ortaya çıktığını biliyoruz. Bu bebeklerin DNA’sını buna dirençli savunma mekanizmaları ile donatırsak yüzlerce yıl sağlıklı bir şekilde yaşayacak bir nüfus ortaya çıkabilir.
Ya da mesela inanılmaz güçlü bir metabolizma da verebiliriz bu tasarım bebeklere. Yani istediği şeyi yiyebilecek ve asla fit ve sağlıklı bedenlerini kaybetmeyecekler.
Çok güzel değil mi?
Daha bir sürü olasılıktan bahsedebiliriz ama bu örnekler yeterli olmuştur resmi anlayabilmeniz için.
İşte bu olasılıklar bazı etik sorular da ortaya çıkarıyor haliyle.
CRISPR’ın genetik düzenlemenin maliyetini çok fazla düşürdüğünü biliyoruz.
Fakat herkesin erişebileceğinden emin miyiz?
Şimdi bu araştırmayı yaparken şu haber çıktı karşıma:
İngiltere’de bir tasarıya göre bundan sonra doğacak tüm bebeklerde genom dizilemesi yapılması talep ediliyor.
Standart prosedür olarak. Aşı gibi yani.
Amaç olarak da doğacak bebeklere gelecekte çok daha kaliteli önleyici bir sağlık hizmeti sunmak deniyor.
Fakat bunun böyle kullanılacağından emin miyiz?
Yani sonuçta bu insanlar doğar doğmaz olası hastalıkları ve belki de zeka seviyesi vs. belli olacak. Buna sigorta şirketleri ne diyecek? Bu insanların raporuna bakan işverenler ne düşünecek?
Ya da tüm bu bebeklerde bir tür öjeni uygulaması mı bizi bekliyor? İngiltere mesela gelecekte üstün insanı mı yaratmaya çalışacak? Çünkü CRISPR bunu en “bilimsel” şekilde sunuyor bize. Yapılabilir.
Yapılabilir ama ÖJENİ videomuzu hatırlıyorsunuz. Yapılabilir olması yapılması gerektiği anlamına da gelmiyor.
Tüm bu sorulardan öte CRISPR Cas9 ciddi anlamda 21. Yüzyılın en önemli buluşlarından biridir.
Tüm türleri şekillendiren evrimi baş döndürücü bir hıza çıkarabilir.
Bize sunduğu imkanlar hem bizim hem de çocuklarımızın hayat kalitesini onlarca kat artırma potansiyeline sahip.
Üstelik daha önce detayları ile incelediğimiz transhümanizm ile birlikte okuduğunuzda bu CRISPR hikayesini taşlar iyice yerine oturuyor.
Fakat yine iş bizde bitiyor. İnsanoğlunun yaklaşımında.
Tarih boyunca birbirimizin soyunu tüketmeye çalıştığımız zamanlar bile oldu. Çok komik sebeplerle hem de.
Bilim bunların hiçbirini umursamadan ilerlemesine devam etti.
Teleskop ile önemsizliğimizi, mikroskop ile ne kadar önemli olduğumuzu gördük.
Atom çalışmaları ile nükleer enerjiyi bulduk ve bu sayede elde ettiğimiz ilerlemeler inanılmaz.
CRISPR’ın da bundan farkı yok. Müthiş olasılıklara gebe. Ama nasıl kullanacağımız ise yine bize kalmış.
Çok daha sağlıklı bir gelecek için mi kullanacağız yoksa yine bir kitle imha silahına mı dönüştüreceğiz…
Sanırım bekleyip görmekten başka çaremiz yok…
Her zaman olduğu gibi.
İyi ki varsınız.
Sevgiler…
Kaynaklarına nereden ulaşabilirim?